23 Şubat 2009 Pazartesi

Fazıl Say, artık 'bay' getirdin...


Gerçekten ne istiyor şu ana kadar anlayanınız var mı? Kimdir Fazıl Say? Mükemmel kariyerini ve yurtdışında kapalı gişe verdiği konserleri bir kenara bırakalım, kimdir?

Bir insanın iyi piyano çalması, belli başlı meselelerdeki yorum ve tavırlarının doğru olduğuna işaret midir? Kanıt mıdır?

Bir insanın parmaklarıyla beyni arasındaki mükemmel uyum, ruhumuzu okşayan sesler ortaya çıkarıyor diye o insan bencil, fırsatçı, içten pazarlıklı, sabit fikirli, ön yargılı olmayacak diye bir kural mı var?

Fazıl Say’ın her yılın belli aylarında hükümetten ve devleti yönetenlerden yakınmasını artık herhalde kanıksadık. Say dün yine bir yerlere konuşmuş ve kültür bakanını eleştirmiş. Üzerinden aylar geçti ama o vazgeçmiyor. Hala Frankfurt kitap fuarında iptal olan konserinin kuyruk acısıyla sızlanıp, dert yanıyor, birilerini suçluyor.

Bakanlık ya da herhangi bir sponsor kendisine bir milyon doları çok gördüğü için gecekondulara klasik müzik götüremeyen ve oralardan CHP’ye oy verecek yeni bir Türk kuşağı yaratamamaktan şikayetçi Fazıl Say. Bunlar kendi sözleri. Gerçekten de Türkiye ancak bu şekilde kurtulabilir. 1920’lerde yaşasa Atatürk’ün en sevdiği besteci olabilir belki İstiklal Marşı’nı bile o bestelerdi.

Ya da gün geliyor, kültür bakanlığı, milyon dolarlık bütçesini pahalı bulduğu için Frankfurt kitap fuarı konserinde anlaşma sağlanamadığını duyurduğunda Fazıl Say çok büyük hayal kırıklığına uğruyor. Yıkılıyor. Neredeyse ağlayacak televizyonda çıktığı canlı yayında. “Avrupalı’yı ben tanırım, onlar Yunus sevmez, Nazım sever” diyor mesela, yerine programa alınan Yunus Emre Oratoryo’sunu kötülerken… Böyle de derin biri.

Hiç canlı yayına çıktınız mı bilmiyorum. Ama o ışıkların altında, kameralar size bakarken o kadar insan sette dolaşırken o derece duygusal olmak için hayli çalışması lazım insanın dersine.

Televizyonda canlı yayında yöneticilerle pazarlığa oturup, “ben şimdi o fiyata inebilirim, hala geç kalmış değilsiniz, anlaşabiliriz” diye pazarlık etmeyi de ihmal etmiyor, iş işten geçtikten sonra. Her şey çağdaş Türkiye için.

Çağdaşlığın klasik müzik olduğunu düşünen birini tanımlamak için bir sıfat ararken sabir fikirli ve faşist arasında gidip geliyorum. Gecekonduların yaptığı ürettiği müziği anlamak yerine onlara klasik müzik öğretecek. Çünkü gerçek müzik o. Diğerleri yalandan…

Lafı daha da uzatmayayım. Esas mesele şudur. Ertuğrul Günay ona oratoryo ısmarladığında, Frankfurt sözü verdiğinde Say’ın hiçbir sorunu yoktu bakanlıkla, hükümetle. Sesi bayağı kesilmişti, aylarca ortada görünmedi. Türkiye çağdaş ve ileri bir ülkeydi o zaman. Eleştirecek bir şey yoktu ki… Sonra birileri Fazıl Say’ın konserini iptal etti ve ne oldu? Türkiye bir günden ertesi güne çağdaşlıktan uzaklaştı…

İşte bu yüzden söylediği hiçbir sözün önemi, ciddiye alınır bir yanı yok. Onun istedikleri yapıldığında hükümet iyi. Yapılmadığında hükümet kötü.

Bir kere hiçbir büyük sanatçı kendini büyük sanatçı diye tanımlamaz. Yaptıklarıyla senin kadar böbürlenmez Fazıl Say. İnsan biraz alçakgönüllü olur. Bulunduğu konumu sindirir.

İki, devletle bu kadar içiçe ve ondan bu kadar talepkar bir konumda bir büyük sanatçı olmaz, olmamalı.

Fazıl Say, artık ağlanıp sızlanmaktan ve her röportajında hükümetin sana yaptığı haksızlıklardan bahsetmekten vazgeç. Kafamızı ütüleme. Kimse sana inanmıyor.

1 yorum:

  1. oh be..sonunda dusuncelerimin karsılıgını buldum,bi kac yerde sanatysever arkadaslar arasında benzer seyleri soylemis ve pisman edilmistim ,ilac gibi geldi bu yazı,bizi cocuklugumuzdan beri sanata sogutan zorlamacı batıcı kafalara da kapak olsun..

    YanıtlaSil