31 Ocak 2009 Cumartesi

Kişisel teknoloji tarihi-1: İkitelli'de internet kuyruğu










İnternet İkitelli'ye ilk geldiğinde -1997 falan- Medya Plaza'da sadece Ahmet Örs'ün bilgisayarında vardı. Dargelirli muhabir elinde kağıtlar, çıkışlar, yabancı dergiler falan masasının başında sıra olur, "Ahmet bey, şu ismi de bir arayabilir miyiz?" diye devlet kapısında bekleyen çileli vatandaş gibi kıvranırdı. Yaptığınız haberle ilgili biri hakkında bilgi arıyorsunuz mesela. Kütüphane, arşivler ya da insanların söyledikleri dışında kaynak bulmak zordu. Bilgileri teyid etmek falan da zahmetli işlerdi. Ahmet Bey’e yalvarmanız gerekirdi. Neden onun bilgisayarında olduğunu da bilmiyorum. Öyleydi yani. İsmi dinler, sanki Boeing 747 kullanıyormuş gibi bir surat ifadesiyle Netscape’in arama barına yazardı Ahmet Bey. Ama tabii önce numara çevrilir, sinyal gelir, Boğaziçi ya da ODTÜ falan tam hatırlamıyorum, böyle bir yerin network’ünden falan bağlanılırdı herhalde.

Aradan benimki acil diyen editörler sırayı bozunca öfleyip pöfleyenler olurdu. Bir keresinde Ahmet bey yokken bilgisayarını açıp gizlice girmeye çalıştık. Ve hiçbir halt beceremedik. Ter içinde masamıza döndük. Zaten arama denen hadise şipşak olacak aceleye getirilecek bir şey değildi. Enter’a basıp ardından endişeli bir bekleyiş moduna geçerdiniz: Acaba ne çıkacak? Bir de daha büyük editör abiler arama bitince “Ne diyo?” diye yanlarına çağırıp sorarlardı ki tam komedi…

Bana o zaman diliminde yaşadığım bazı olaylar, insanlar, diyaloglar hala dün gibi gelmesine karşın, teknolojiyle ilgili bu hadise aklıma geldiğinde dumura uğruyorum. Sanki geçen yüzyıl gibi geliyor. Aslında teknik olarak öyle tabii ama ne bileyim işte sanki o olayları bir filmden hatırlıyormuş falan gibi bir his. Karikatür Natalie Dee'den... 

Coachella line up'ı gelmiştir!


Oralara yolunuz düşerse diye... Yok yok valla ne ararsan var... 
Acun The Killers'ı getir! Bu krizde tek umudumuz Acun... Haydi Acun. Peki Acun kimi getirsin? Az sonra...

Ayakkabı satışları iyi gidiyor!


Yok albüm satışları düştü. Yok korsan azdı. Kardeşim dünyada millet yolunu buluyor işte bir şekilde. CD satamayan ayakkabı satıyor. Ağlama, çalış senin de olur. (Türkiye'deki gruplara şey olaraktan yani...)

Pink Floyd’un Wish You Were Here kapaklı modelini beğendim. Ayrıca diğer bebe gruplarının arasında Pink Floyd ne alaka diye de merak ettim tabii. İlgilenenler linklere dadansın.

 

1. Good Charlotte dcmacollective.com $70

2. Kidz in the Hall footlocker.com $70

3. Gwen Stefani royalelastics.com $135

4. Pink Floyd converse.com $55

5. Missy Elliott  adidas.com, $85

6. Bad Brains vans.com, $80

Flight of the Conchords yeni sezonda hayal kırıklığı mı yaratacak?

Flight of the Conchords'un ikinci sezonu 18 Ocak itibarıyla başladı. Hastası olsam da ilki kadar başarılı bulmadığımı söylemem lazım. İlk bölüm tamamen Murray Hewitt (Rhys Darby) üzerine yıkılmış ve Murray, Murray gibi davranmıyor. Komiklik olsun diye bazı hareketler yapıyor ve bu farkındalık hali onu komik olmaktan uzaklaştırmış sanki.
Elemanlarsa fena halde parasız ve loser hallerini önemser ve bundan dolayı acı çeker hale gelmişler. Artık elektrikler de kesilince Jemaine fuhuşa başlıyor. “Kriz New York’u fena vurdu, müzisyenler acısından ölüyor” gibi bir alt metin çıkar mı burdan bilmiyorum. Daha iki bölüm seyrettim.
Yeni sezonun ikinci bölümü daha başarılı ve geçen sezon havasında her şeye rağmen. Ama yani her bölümü dört dörtlük olan dizinin yarattığı beklentiyi karşılamaktan uzak sanki. Yine de bir iki bölüm daha beklemek lazım karar vermek için.
Bu arada yeni Conchords yeni albümü 14 Mayıs'ta Sub Pop etiketiyle piyasaya çıkacak. Sia konuk sanatçı olacakmış. Önceki albüm ve ıvır zıvır için buraya tıklayabilirsiniz.
Yeni sezonda nasıl şarkılar var diye merak ediyorsanız, işte böyle şeyler var…
.  

"You Don't Have To Be A Prostitute" from Sara Molovinsky on Vimeo.

30 Ocak 2009 Cuma

Sziget biletleri satışa çıkmıştır!


Geçen Ağustos'ta şahane vakit geçirdiğim Sziget Festivali'nin tarihleri belli oldu. Bu yılki festival tarihi 12-17 Ağustos olarak açıklandı. Ne yapıp edin gidin. Kim çıkıyor, headliner kim falan bunlar sonraki işler. 
Ortam güzel, insanlık güzel. Kamplı bilet fiyatı 150 euro. Bilginize. Başınızın gözünüzün sadakasıdır...

29 Ocak 2009 Perşembe

Rolling Stone'a ne oldu?


Değerli okurlar ve Rolling Stone dostları;
Devamlı mesajlar atıyor, derginin durumunu ve akibetini haklı olarak bizden yani derginin çalışanlarından duymak istiyorsunuz. Şu ana kadar devam eden bazı belirsizliklerden dolayı size dergi kanalıyla bir açıklama yapmadık. Zaten bu da "official" bir açıklama değil. O halde dinleyiniz.
Dergimiz kapandı. Halen piyasada bulunan Ocak-Şubat 2009 sayısı, dergimizin son sayısıdır. Ona iyi bakınız mümkünse alıp başköşeye koyunuz, birlikte fotoğraf çektiriniz. Bir daha bulamayacaksınız.
Dergimizin kapanma nedeni, yayıncısı olan şirketin aldığı kriz tedbirleridir. Bize de son dakika bildirilmiştir. Şirketin bu tasarrufu üzerine artık öyle olsaydı böyle olurdu tarzı tartışmalara girmek, fikir yürütmek, yorum yapmak bünyeleri rahatlatsa da gerçeği değiştirmeyecektir. 

Rolling Stone'a çıktığı günden bu yana destek olan dostlarımız, bizi ayakta tutan her telden, her kesimden okurlar, matbaadan, dağıtıma emeği geçenler, bize konuşan/konuşmayan sanatçı arkadaşlarımız, sektördeki tüm profesyoneller, fotoğrafçılarımız, yazarlarımız...
Hepinize teşekkür ederim.
Pek yakında başka ortamlarda buluşma niyetindeyiz. Şimdilik gelişmeleri buradan takip edebilirsiniz.




28 Ocak 2009 Çarşamba

Bob Marley Faruk




















Ama olmuş mu şimdi yani? Ak sakallı dede desem değil. Dede hiç değil. Joaquin Phoenix artık rapçi oldu haberinin fotosu bu. Joaquin Phoenix reggae'ci olsa tamam neyse... 
Rastaman da güzel kafa ama ha... 
Valla oldu billa oldu...

Açık sözlü tişörtleri severim

"Abi tişört işine giriyoruz bi arkadaşla. Baktım hiç doğru dürüst tişört yok. Biz yapıcaz en güzelini". Bu artık "abi şimdi şu dönerci var ya mesela günde kaç ekmek satıyo kimbilir tarzı"bi işsiz/müteşebbis klasiğine döndü. Al sana fikir: Açık sözlü tişörtler serisi. Haydi biraz yaratıcılık, biraz gayret... Aha bi tane buldum: "Önceden ne iş yaptığınla ilgilenmiyorum!"


Metallica Guitar Hero şarkı listesi gelmiştir...


Aşağıdaki listede elemanların guitar hero'da hangi şarkılarla yer alacaklarını görebilirsin değerli okur. Bir de şöyle bir karar almışlar. Oyunda eski basçı ve kanka Cliff Burton yer almayacakmış. Yok bi de alsaydı. Adamı diriltip provalara da çağırın bari... Tamam iyisiniz ama yani her şey de oyun oldu be... Biz büyüdük ve kirlendi dünya... Hey gidi hey!.. 


İşte o liste:

"All Nightmare Long" Geç...
"Battery"
Olur.
"Creeping Death" Nefis.
"Disposable Heroes" Başka...
"Dyers Eve" Geç.
"Enter Sandman" Eh tabii.
"Fade to Black" O da banko.
"Fight Fire With Fire" Enfes.
"For Whom the Bell Tolls" Harikulade...
"Frantic" Eh.
"Fuel" Olur.
"Hit the Lights" Geç.
"King Nothing" Geçiniz.
"Master of Puppets" He ya...
"Mercyful Fate (Medley)"
 Geç.
"No Leaf Clover" Başka...
"Nothing Else Matters" Banko.
"One" Bakkal zaten.
"Orion" Olur.
"Sad but True" Güzel.
"Seek and Destroy" Tabii...
"The Memory Remains" Geç.
"The Shortest Straw" Geç bunları.
"The Thing That Should Not Be" Olabilir.
"The Unforgiven" Banko bakkal.
"Welcome Home (Sanitarium)" Yok.

 "Wherever I May Roam" Yok.
"Whiplash" Enfes.


Budur...

27 Ocak 2009 Salı

Genç Türkler


The Killers pek yakında kısmetse bir cover albüm yayınlayacak. Şarkıları daha seçmemişler ve lakin Smoking Section’cı Austin Scaggs abimiz hangi şarkılar olsun tarzında bir sorgulamaya girmiş blogunda. Davulcu Vanucci'nin not aldığı şarkılardan biri "Young Turks". O nedir derseniz, bakın bu. Rod Stewart, sene 1981. Bu şarkının Türklerle (hem de genç, jön falan) alakasını bulana goflet hediye...

NOT: Youtube'a giremeyen ktunnel'a girip şunu yapıştırsın.

http://www.youtube.com/watch?v=5sXCjm-n724

Dijital tedirginlik!




Geçenlerde arşive bakarken buldum bu yazıyı. Rolling Stone'daki Pop Dünya isimli köşemde yayınlanan bir şey. Düşüncelerim değişmemiş hiç. Hala aha böyle yandaki gibi mutsuz ve tedirginim!

Mp3’ü sevmiyorum. Çünkü ses kalitesi berbat.

Mp3’ü sevmiyorum çünkü bu berbat ses kalitesiyle en sevdiğim şarkılar birer cep telefonu melodisine dönüşüyor. Onları bir daha eskisi gibi algılayamıyorum.

Mp3’ü sevmiyorum çünkü eski şarkıların çoğu dijital platformda yok. Sevdiğim bazı şarkılar sadece plaklarda var.

Mp3’ü sevmiyorum çünkü Türkiye’de yasal download sitelerinde aradığım hiçbir şey yok. Doğru dürüst albüm de ithal edilmiyor. Zorla Karayip Korsanı olduk. Milletçe indiragandi…

Mp3’ü sevmiyorum çünkü mp3 player’ımı sevmiyorum. Bir adet iPod’um var ve bu alet hem müzik, hem teknoloji katili. Üstelik metres gibi para yiyor. En ufak fonksiyonu yerine getirmek için internetten bir şeyler indirmem gerekiyor. Ve tabii parasını ödemem. Her sabah bugün acaba Steve Jobs bana ne sokuşturacak diye uyanıyorum. “Video izleyecektim,” o halde 35 dolar ver şu programı indir. “Yeni sürüm şeysi vardı,” bir 35 dolar daha ver. Sürekli bitmeyen istekler, yüklenmesi gereken programlar. Mağdurum.

Mp3 Player’ımı sevmiyorum çünkü zırt pırt girişi bozuluyor. Kulaklık girişi aldığım haftadan itibaren arızalı olduğundan tek kulaklıktan ses veriyor. Bu aleti çoğu zaman Boğaz Köprüsü’nden aşağı atmak istiyorum.

Mp3 Player’ıma ayrıca kılım, çünkü satamıyorum, elimde patladı. Berbat bir şey olduğunu düşündüğümden onu pazarlamayı beceremiyorum. “Çok güzel bak 30 giga, çok da kullanışlı” diyemiyorum. Çünkü yalan. Her dakika yeni bir özellikle yeni bir modeli çıkıyor ve aldığım şey ikinci gün teknolojik çöp haline geliyor.

 

***

 

Bana geri kafalı diyebilirsiniz. Ama geçen gün evde plak dinlerken gerçek sesler duymanın hazzını yaşadım. Dinlediğim müziğin türü, şarkıyı kimin söylediği falan bir anda önemini yitirdi. Geriye salonu dolduran harika sesler kaldı. Mp3 tost. Birbirinin üzerine bastırılmamış, preslenmiş yutmaya hazır bir lokma. Plak ya da CD’de ise malzemeyi masaya rahat rahat yayıp, hepsinin kokusunu ve tadını ayrı ayrı hissedebilirsiniz. Evet cebinizde taşıyamazsınız ama her şeyin bedeli var. Evet demokrasi var, evet evde bilgisayarı olan herkes müzik yapabiliyor ve evet bu insanları rahatlatıyor olabilir. Ama hiçbir şey karşılıksız değil. Müzikal özgürleşmenin ağır da bir bedeli var. Zihnimiz çöplüğe döndü. Evet keşfetmek harika. Ve evet Sibirya’daki bir indie-folk grubunu bile MyPace’ten bulup dinleyebiliyoruz. Ama iyi bir şarkı dinleyebilmek için 1000 adet berbat şey dinlemek de saç baş yolduruyor. Albüm bir romansa, şarkı onun bir bölümüdür. Mp3 formatında ise biraraya geldiklerinde karmakarışık anlaşılmaz, karga burgu bir tomar nota dönüşüyorlar. Ve ben bu karışıklıktan biraz sıkılmaya başladım galiba…

Efendim? Evet bana eski kafalı diyebilirsiniz. Çünkü buna değer.

 

23 Ocak 2009 Cuma

GÜNAYDIN TÜRKİYE'M


Dergi kapandı ya.. İnadına her gün bir yerlerde Rolling Stone'dan bahsediyorlar sanki. Bugün Ertuğrul Özkök yazmış. Meğer Obama'nın iPod'u ne kadar da ilginçmiş. Meğer birinin iPod'unu incelemek ne kadar da fikir veriyormuş karakteri hakkında... Meğer Can Dündar önceki gün bu konuyu Rolling Stone'da okuduğunu yazmakla ne kadar da ilginç bir iş yapmış. Kimsenin bakmadığı yere bakmış. Mış...
Kardeşim Rolling Stone Türkiye bu konuyu aylar önce kapaktan verdi. İşte tarih: Ağustos 2008. İçeride de bir Obama röportajı yayınladı. Türkçe olarak. Görmediysen daha seçimlerden bile aylar önce... Kabahat senin... Okuyanla okumayan bir olur mu sayın abim?  
Biz bu tip durumlara kısaca "Günaydın Türkiye'm" diyoruz. 
En azından şu andan itibaren. 
Günydın o halde...