28 Şubat 2009 Cumartesi

Fuchs’un New York seferi!


Hafif Müzik, Dinamo 103.8’in ve DJ aleminin tanıdık simalarından Ali Şahinbaş, namı diğer Fuchs'u aradığında sesinin pek bir heyecanlı olduğunu fark etti ve neler olduğunu sordu. İşin aslı hemen anlaşıldı. Fuchs hafta içi New York’a uçup DJ’lik yapacakmış. Cuma (6 Mart) New York Club 13’de, Cumartesi ise İlhan Erşahin’in kulübü Nublu’da birer performans sergileyecekmiş.
Bu onun ilk yurtdışı performansı değil, ama anlaşılan kariyeri açısından en profesyonel iş seyahati. Zaten Fuchs'un heyecanının nedeni de biraz bu.
Tabii onunla da kalmıyor Fuchs. Döner dönmez ayağının tozuyla Kars’a, Reha Erdem’in yeni filmi Kozmos’un setine gidecek ve tıpkı Beş Vakit’teki gibi küçük bir rolde kamera karşısna geçecekmiş. Ardından da tekrar ABD’ye bu defa Miami’ye giderek orada çalacakmış.
Hafif Müzik, Fuchs'a başarılar diliyor...

80'lerin en büyük hard rock hit'i hangisi?


Rolling Stone, 80'lerin en baba hard rock hitini okurlarının oylarıyla bulmaya çalışıyor. Şu aşağıdaki şarkıları ise kendileri önermiş. Sanırım milyon tane öneri getirilebilir. Şimdiden aklıma gelen, mesela "Van Halen'dan şarkı mı kalmadı" sorusu. Jump'tan daha hit bir şarkı var mı? Ben bu listeye iki şarkı ekledim ve yanda oylamaya sundum. Önerileri bekliyorum...

• Guns N’ Roses - “Welcome To The Jungle”

• Motörhead - “Ace Of Spades”

• AC/DC - “Back In Black”

• Living Colour - “Cult Of Personality”

• Van Halen - “Hot For Teacher”

27 Şubat 2009 Cuma

Deniz Seki için 5 şarkı!



Deniz Seki bir keresinde yazdığım bir yazının bir cümlesine takıldığı için bana mesaj atmıştı. Cep telefonuma çok kısa ama alındığını belirten bir mesaj.
Yazılarımın özneleriyle yazılarımı tartışmam. Yanlış ya da eksik bilgi varsa yollayın köşemde yer vereyim derim. O zaman da öyle olmuştu.
Ama mevzu zaten alınmasıydı Seki’nin. Yoksa yanlış bilgi değildi söz konusu olan.
Kokain hadisesi patlayınca aklıma bu hadise geldi ve üzüldüm.
Seki kokain kullandı diye hapse atıyorlar.
Hayır evinde bulunan miktarın fazla olması falan değil hadise.
Kanunlara göre bu miktarı bulunduran satıcı muamelesi görüyor. Ama iş yorumda, bakış açısında.
Yetkililer tedavi, geri kazanma, anlayışla rehabilitasyon gibi konuyu çözmede daha fazla işe yarayacak yaklaşımlar yerine suçlu muamelesi yapıp hapse atmayı ve herkesi korkutmayı, gözdağı vermeyi tercih ediyorlar.
Seki’yi kullanıyorlar.

Bakın dünyada sanat ve uyuşturucular hep içiçe oldu.
Kimi kendini fazla kaptırdı hayatını kaybetti, kimi tedavi oldu temizlendi.
Çağdaş ülkelerde bu tip durumlarda yasalar ve olaylar kişiyi topluma geri kazanmaya yönelik yorumlanır. Biri bir yanlış yaptıysa onu önce geri kazanmak geretiğine inanılır. Hayatını bir de biz karartalım denmez.
Ben bu yüzden bu olayda Deniz Seki’nin yanındayım.
Herkes hata yapabilir. Önemli olan bu hatadan dönmektir.
Konu kokain olunca herkes pek ahlakçı kesildi.
Aynı duyarlılığı neden şeffaf devlet, şeffaf uygulamalar, ihaleler ve yerel yönetimler düzeyinde göstermiyor toplum acaba?
Çalıp çırpan, avanta sağlayanlar daha mı ahlaklı?

Deniz Seki için beş şarkı.

Cocaine
Eric Clapton
JJ Cale şarkısı 1977’de o dönem rehabilitasyondan yeni çıkmış ‘temiz’ Eric Clapton tarafından meşhur edilmişti.

Under the Bridge
Red Hot Chili Peppers
Bu klasik olmuş eserde Anthony Kiedis eroin ile olan ilişkisini anlatıyor.

I Am the Walrus
The Beatles
Şarkı baştan aşağı Lennon’ın yaşadığı bir acid tribini anlaıyor. Rivayete göre şarkının sözleri bu yüzden pek bir anlamsızmış.

Rehab
Amy Winehouse
Efendim fazla söze gerek yok. Kadın dünyayı içti. Tutuklandı, rehabilitasyona girdi. Bu konuda Deniz Seki çarpı 50 diyeyim siz anlayın.

Mr. Brownstone
Guns N' Roses
Grup eroine eroin dememek için Mr. Browstone demiş. Baştan böyle dinleyin şarkıyı…

Noel Gallagher'ın bloğuna girdiniz mi?


Noel Gallagher'ın, Oasis'e NME'den en iyi grup bloğu ödülünü getiren şöyle bir bloğu var. Ve lakin Noel diyor ki hayatımda bilgisayara dokunmadım ben. Yazar yollarım öyle, biri de girer.
Biraz göz gezdirdik ve şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Adam tam "dude" ve çok da eğlenceli.
Faydalı adresler arasına alınız.
(NOT: Bu blogu - bloğu olayı beni yordu.)

Haber maalesef doğru çıktı!

Dün bu saatlerde müzisyen Mert İçgören'in ailesine yakın bir kaynaktan kötü bir haber gelmişti. Bu haberi buradan size aktardık ve resmi ağızlar doğrulamadığı için de içimizde bir umut, inşallah yanlıştır diye yazdık. Ama maalesef haberin doğru olduğu anlaşıldı. Mert İçgören ve ailesine başsağlığı diliyoruz.

26 Şubat 2009 Perşembe

Meğer ilk Rock'n Coke'un da Kurtköy'de yapılması gündeme gelmiş!



Bakın ilginç bir not. 2003'e ışınlanalım ve Radikal yazarı Kemal Yılmaz'a kulak verelim.
Not: Okumaktan sıkılan hemen yazının son paragrafına baksın.

Bakın hangi grup Avrupa turnesi için 10 yıl sonra birleşiyor?




Haber kesin, grup tarafından doğrulandı ve sevenleri için gerçekten de büyük bir olay. Resimden de anladığınız gibi Faith No More'dan söz ediyorum. Mike Patton çeteyi toplamış ve alt-metal, rock artık ne derseniz deyin, tüm zamanların en ilginç gruplarından Fatih No More bir araya gelerek Avrupa turnesine çıkmaya karar vermiş. Grup 1997'den beri yeni bir şey yayınlamadı. En son 1998 yılında birlikte çaldılar. Gelişmelerle karşınızda olacağız efendim...

Michel Gondry Flight of the Conchords'u yönetti

İkinci sezonunun pek de içaçıcı olmadığını üzülerek teşhis ettiğimiz Flight of the Conchords'un yeni bölümünü Michel Gondry yönetmiş ve Too Many Dicks on the Dancefloor isimli şarkıya da harika bir klip çekmiş. Galiba ikinci sezonun en iyi bölümü bu olmuş. Şarkı ve klip cidden bomba...

Too Many Dicks on the Dancefloor

MGMT hayranları bunu izleyin!



İşte bunu...

Son dakika! Mert İçgören'in babasını kaybettiği söyleniyor!

Amsterdam'da dün sabah meydana gelen uçak kazasında yaralanan Mert İçgören'in babası Bülent İçgören'in vefat ettiği söyleniyor. Hafif Müzik bu haberi kendisine çok yakın bir kaynaktan öğrenmiş bulunuyor. Ancak resmi kaynaklar tarafından teyid edilmediğini belirtelim. Hollandalı yetkililer halen hayatını kaybeden yolcuların tam listesini yayınlamadı.
Haberden sonra işin aslını öğrenmek isteyen okurların ısrarı üzerine bu ikinci açıklama ve düzeltme yapılmıştır. Umarız haber yanlıştır.

Masstival bu yıl St. Petersburg'da!


Hafif Müzik'in bu yaz gerçekleşecek festivallere dair araştırması devam ediyor. Yetkililer, halen görüşmede oldukları isimler hakkında bilgi vermekten kaçınsa da...
Masstival'in patronu Bülent Burgaç az önce telefon hattımızdaydı. Kendisinden aldığımız haberler şöyle:
Masstival bu yıl 4-5 Temmuz tarihlerinde gerçekleşecek. Bülent kriz mriz dinlemeden yoluna devam edeceğini söyledi. Gelecek ay Prag'daki AC/DC konserini izleyeceğini duyunca "acaba" diye sorduk, ancak imkansızmış.

Bir hatırlatma; Bülent'in evvelki yıl Türkiye'ye getirdiği The Answer (yanda) şu an AC/DC'nin ön grubu olarak tüm dünyada patladı. Bu ilişki bir işe yarar mı bekleyip görelim.
Masstival'in bu yıl krize rağmen yapılacağını söyledik. Yapılmakla kalmıyor bir de Masstival - St. Petersburg geliyormuş. İngiltere'deki Reading ve Leeds gibi aynı tarihlerde yapılan ve aynı grupların farklı günlerde çıktığı bir ikiz festival mi diye sorduk. Öyle değilmiş. Masstival-İstanbul'dan bir hafta önce olacakmış. Burada farklı sanatçılar yer alacakmış.
Bülent'i bu atılımları için tebrik ediyoruz. Bakalım bize daha ne tür sürprizler hazırlıyor?

Mert İçgören hafif yaralı, ama durumu iyi!



Mert İçgören'in babası Bülent İçgören ile birlikte dün Amsterdam'da kaza geçiren THY uçağında olduğunu dikkatli müzikseverler fark etmiş olacak. Belinde, ayağında ve ciğerlerinde ezilmeler olduğu söylenen İçgören'in ve babasının durumu iyiymiş. Halen hastanede gözetim altında bulunuyormuş.

24 Şubat 2009 Salı

Depeche Mode'un yeni albümü neye benziyor?


Depeche Mode yeni single "Wrong"u ve 21 Nisan'da çıkacak albümleri Sounds Of the Universe'ü Spin dergisine anlatmış. Buyrunuz buradan okuyunuz...

Rolling Stone'un kapak güzeliyle tanışın!




Nasıl mı? Şuradan size yardımcı olabilirim...

Rock'n Coke yeni yılda Formula 1 tesislerinde!


Zaman malum kriz zamanı. Zaten kör topal devam eden sponsorlu organizasyonların bu yıl iyice durma noktasına gelmesi bekleniyor. Ama farklı kaynaklardan aldığım bilgilere göre bu durum Rock'n Coke için geçerli değil. Bu yıl belki de pek çok organizasyon ara vermek zorunda kalacak ama Rock'n Coke geçen yıl kapadığı perdeleri bu yıl açacak.
Gelen bilgilere göre bu yıl Pendik, Kurtköy'de yapılacak Rock'n Coke. Organizatörler bu sayede Hezarfen'in festivale hazırlanması için gerekli altyapı masraflarından kurtulacaklarmış.
Peki kimler gelecek. Dedikodular ne yönde? Kulislerde neler konuşuluyor? Bilgiler gelmeye devam ediyor. Gelişmeler Hafif Müzik'te olacak...

Korsanla mücadele böyle olur!


Herkes ama herkes, yeni çıkan müzikleri, filmleri, dizileri, videoları takip etmeye meraklı herkes korsan indiriyor. İndirmek zorunda çünkü Türkiye'de yaşayan birinin istediği müziklere ilk elden yasal yolla ulaşması için aylarca hatta yıllarca beklemesi gerekiyor. Kimi zaman bu bekleyiş sonsuza kadar sürüyor. Çünkü birtakım albümler, filmler Türkiye'ye hiçbir zaman yasal yollardan girmiyor. İthal edilmiyor, satışa sunulmuyor.
Ha müzik zevkiniz mainstream ise sorun yok. Her türlü harcıalem müziği yasal download platformlarında bulabilir en cheesy olanları cebinize indirebilir ve en sevdiğiniz arkadaşınıza zil olarak atayabilirsiniz.
Dünyada durum farklı mı, temelde pek değil. Sonuçtainsanlar öncelikle bedava edinebilecekleri bir şeye para verip sahip olmak istemiyorlar. Ama şirketler öyle imkanlar sunuyor ve dijital download ekonomisine sizi o kadar kolay ve acısız dahil ediyorlar ki, korsan indirmek artık hakikaten ayıp oluyor.
Bizde kredi kartına para yatırmak için kuyruk beklersin, köprüden geçmek için OGS karaborsaya düşer, kontörün biter doldurmak için bankaya hesap açman, kuyruğa girmen ve gününü heba etmen gerekir. Daha da örnek çok ya, uzatmayayım.
Ama çağdaş dünyada öyle değil. Çok basit bir şekilde çok küçük paralar ödeyerek korsan indirmekten kurtuluyor, zevkinize en uygun müziğe ulaşabiliyor ve bunun için inanılmaz bedeller ödemiyorsunuz. Korsanla mücadele böyle olur. Yasaklayarak, öcüleyerek değil.
Gelelim sadede; iTunes yeni bir hizmet başlatmış. iTunes Pass. Bakın nasıl...

23 Şubat 2009 Pazartesi

Fazıl Say, artık 'bay' getirdin...


Gerçekten ne istiyor şu ana kadar anlayanınız var mı? Kimdir Fazıl Say? Mükemmel kariyerini ve yurtdışında kapalı gişe verdiği konserleri bir kenara bırakalım, kimdir?

Bir insanın iyi piyano çalması, belli başlı meselelerdeki yorum ve tavırlarının doğru olduğuna işaret midir? Kanıt mıdır?

Bir insanın parmaklarıyla beyni arasındaki mükemmel uyum, ruhumuzu okşayan sesler ortaya çıkarıyor diye o insan bencil, fırsatçı, içten pazarlıklı, sabit fikirli, ön yargılı olmayacak diye bir kural mı var?

Fazıl Say’ın her yılın belli aylarında hükümetten ve devleti yönetenlerden yakınmasını artık herhalde kanıksadık. Say dün yine bir yerlere konuşmuş ve kültür bakanını eleştirmiş. Üzerinden aylar geçti ama o vazgeçmiyor. Hala Frankfurt kitap fuarında iptal olan konserinin kuyruk acısıyla sızlanıp, dert yanıyor, birilerini suçluyor.

Bakanlık ya da herhangi bir sponsor kendisine bir milyon doları çok gördüğü için gecekondulara klasik müzik götüremeyen ve oralardan CHP’ye oy verecek yeni bir Türk kuşağı yaratamamaktan şikayetçi Fazıl Say. Bunlar kendi sözleri. Gerçekten de Türkiye ancak bu şekilde kurtulabilir. 1920’lerde yaşasa Atatürk’ün en sevdiği besteci olabilir belki İstiklal Marşı’nı bile o bestelerdi.

Ya da gün geliyor, kültür bakanlığı, milyon dolarlık bütçesini pahalı bulduğu için Frankfurt kitap fuarı konserinde anlaşma sağlanamadığını duyurduğunda Fazıl Say çok büyük hayal kırıklığına uğruyor. Yıkılıyor. Neredeyse ağlayacak televizyonda çıktığı canlı yayında. “Avrupalı’yı ben tanırım, onlar Yunus sevmez, Nazım sever” diyor mesela, yerine programa alınan Yunus Emre Oratoryo’sunu kötülerken… Böyle de derin biri.

Hiç canlı yayına çıktınız mı bilmiyorum. Ama o ışıkların altında, kameralar size bakarken o kadar insan sette dolaşırken o derece duygusal olmak için hayli çalışması lazım insanın dersine.

Televizyonda canlı yayında yöneticilerle pazarlığa oturup, “ben şimdi o fiyata inebilirim, hala geç kalmış değilsiniz, anlaşabiliriz” diye pazarlık etmeyi de ihmal etmiyor, iş işten geçtikten sonra. Her şey çağdaş Türkiye için.

Çağdaşlığın klasik müzik olduğunu düşünen birini tanımlamak için bir sıfat ararken sabir fikirli ve faşist arasında gidip geliyorum. Gecekonduların yaptığı ürettiği müziği anlamak yerine onlara klasik müzik öğretecek. Çünkü gerçek müzik o. Diğerleri yalandan…

Lafı daha da uzatmayayım. Esas mesele şudur. Ertuğrul Günay ona oratoryo ısmarladığında, Frankfurt sözü verdiğinde Say’ın hiçbir sorunu yoktu bakanlıkla, hükümetle. Sesi bayağı kesilmişti, aylarca ortada görünmedi. Türkiye çağdaş ve ileri bir ülkeydi o zaman. Eleştirecek bir şey yoktu ki… Sonra birileri Fazıl Say’ın konserini iptal etti ve ne oldu? Türkiye bir günden ertesi güne çağdaşlıktan uzaklaştı…

İşte bu yüzden söylediği hiçbir sözün önemi, ciddiye alınır bir yanı yok. Onun istedikleri yapıldığında hükümet iyi. Yapılmadığında hükümet kötü.

Bir kere hiçbir büyük sanatçı kendini büyük sanatçı diye tanımlamaz. Yaptıklarıyla senin kadar böbürlenmez Fazıl Say. İnsan biraz alçakgönüllü olur. Bulunduğu konumu sindirir.

İki, devletle bu kadar içiçe ve ondan bu kadar talepkar bir konumda bir büyük sanatçı olmaz, olmamalı.

Fazıl Say, artık ağlanıp sızlanmaktan ve her röportajında hükümetin sana yaptığı haksızlıklardan bahsetmekten vazgeç. Kafamızı ütüleme. Kimse sana inanmıyor.

U2 – No Line to the Horizon: İlk izlenimler



No Line to the Horizon, U2’nun en iyi albümü değil. U2’nun son 10 yılda çıkardığı en iyi albüm de değil. No Line to the Horizon'ın, grubun 80’ler ve 90’larından izler taşıyan güçlü şarkılar barındırmasına rağmen U2’dan beklenen “devrim yaratan albüm” olmadığı kesin. Peki kötü mü olmuş yani?

Magnificient, tam U2 tarzı klasik bir “büyük rock şarkısı” olarak yazılmış. Vokal, gitarlar, davul ve bası dinlediğinizde Joshua Tree’den bir şarkı dinliyor gibi oluyorsunuz. U2 burada bir zamanlar nasıl bir grup olduğunu hatırlamış, 80’lerdeki naif, hırçın ve alternatif dönemine, bence altın yıllarına geri dönmüş.

Yedi buçuk dakikalık Moment of Surrender uzun olmasına rağmen saniyeleri saydırmıyor. Edge’in buradaki naif ve yalın gitar hareketlerinin zaman zaman Shine On You Crazy Diamond’daki David Gilmour’u anımsattığını söylemem lazım. Az, öz ama her notasının hissedildiği gitarları ne kadar özlemişiz meğer.

Unknown Caller, aynı histen devam eden bir şarkı. U2, albümün bu bölümünde hayli dramatik ortamlar yaratmış meraklısına.

I’ll Go Crazy, If I Don’t Go Crazy Tonight, yine Joshua Tree dönemine selam çakan güçlü bir şarkı izlenimi yarattı. Bazılarına göre bu albümün en iyi şarkısı bile olabilir.

Albümün ilk single’ı Get On Your Boots, açıkçası dünyada beklenen etkiyi yaratmamıştı. Albümde çok daha kaliteli şarkılar var. Bu şarkı Discotheque etkisi yaratan bir şarkı gibi geldi bana. Farklı ve şaşırtıcı olması hedeflenmiş. Ama eğer bu albümde bazı şarkılar klasik olacaksa benim tahminin bu onlardan biri değil.

Stand Up Comedy, U2’nun daha ziyade Rattle and Hum’da kullandığı yarı funky melodik riffler ve üzerine yayılan gitarlara yoğunlaşıyor. Artık böyle şarkılar yapan gruplar yok, kalmadı. Şu işi bugün demode etiketi yemeden sadece U2 yapabilirdi. Onlar da yapmışlar zaten.

White As Snow, hayli duygusal ve ağır bir şarkı. Ancak Bono’nun sesinden kendini sonuna kadar dinletiyor. Masal anlatır gibi anlatıyor Bono şarkıyı. Siz de masal dinler gibi dinliyorsunuz.

Breathe, albümün en rock gibi duyulan şarkısı. The Edge burada gürültülü gitarlarla alıştığımız arpejlerini çok ustaca kullanıyor. Bize sanki U2’nun herhangi bir Live albümünden alınmış bir kaydı çalar gibi doğal grup. “Hücum kayıt” denen grup üyelerinin birlikte tek seferde kaydettikleri şarkılar vardır. Yer yer bu hisse kapıldım.

Ve Cedars of Lebanon. İlk dinleyişin ardından aklımda en fazla kalan şarkılardan biri. U2’nun “ağaç sevgisi” malum. Joshua Tree’nin ardından bu defa Lübnan Sedir’i var karşımızda. U2, bu şarkıda Bono’nun sesinden destansı bir anlatım ve The Edge’in uzaklardan gelen gitar sesiyle mükemmel atmosferi yaratmış. Moment of Surrender ve Unknown Caller ile en fazla beğendiklerimden biri oldu.

U2’dan beklenen stadyum marşlarını bu albümde bulamayabilirsiniz. Onun yerine eski usül U2 şarkıları, harika baladlar, sakin ve melodik gitarlar, güçlü bir ses var. U2’dan beklentimiz ne zaman bunun ötesine geçti ki zaten. Tamam Bono ve kanayan sosyal sorumlu yüreği önünde saygıyla eğiliyoruz. Ama ben Al Gore’la konferans veren bir Bono’dansa, şarkı söyleyen Bono’yu her zaman tercih ederim. Söyleyin, ne zaman ondan daha fazlasını bekledik ki?
İlk paragraftaki sorunun yanıtı: Albüm kötü değil, baştan sona hiç şarkı atlamadan dinlenebilecek klasik bir U2 albümü. Sizi bilmiyorum, ama benim beklentilerimi fazlasıyla karşıladı.

İşte Kemal!


İşte günlerdir merak ettiğiniz isim. Karşınızda Moda sakinlerinden Kemal. Peki ama Kemal neden Hafif Müzik'te? Bekleyiniz...

21 Şubat 2009 Cumartesi

Son zamanlarda okuduğum en iyi yazı!


Son zamanlarda okuduğum en iyi ve en samimi, laga luga yapmadan doğrudan konuya giren yazıyı Serdar Turgut yazmış. "Siktiriboktan"lı kısımları çok sevdim. Şurdan okuyun tavsiye ederim.
Kızgın kumlardan serin sulara atlamak gibi...

Sevdiğimiz şeyler: Albüm



5 Cumartesi Sabahı Albümü

1. Mew – Half the World is Watching
Kilit Şarkı: “King Christian”

2. Bobby Womack – Graetest Hits
Kilit Şarkı: “Day Light”

3. Fleet Foxes – Fleet Foxes
Kilit Şarkı: Mykonos

4. Grand National – Kicking the National Habit
Kilit Şarkı: Drink to Moving On

5. Konk – The Kooks
Kilit Şarkı: See the Sun

Haydi hayırlı günler...

Yaşasaydı şu an ne dinliyor olurdu?


Kurt Cobain'in 15. ölüm yıldönümü yaklaşırken tabii ki müzik medyası özel dosyalar, bilinmeyen hikayeler hazırlama peşinde. Yakınlarının "yeni" açıklamalarına yer verilecek, ünlü müzisyenlere yazılar yazdırılacak. Spin de, "yaşasa şu an bunları dinlerdi" hadisesine girmiş. Seveceği beş grup şöyleymiş. Allah allah, ilginç...

20 Şubat 2009 Cuma

Alternatif Müslüm Gürses mi doğuyor?



Melih Kibar – Çiğdem Talu ikilisi malum, ne tür müzik dinlerseniz dinleyin hayatınızda illa bir şarkıları vardır. Hafif Müzik’e gelen haberlere göre bu ikilinin ölümünün ardından yayınlanacak belki de en ilginç albümlerden biri yolda.
Bir remiks albüm. Prodüktörler Tansu Kaner ve Ali Mobasseri'nin Sony Müzik ile anlaşarak hayata geçirdiği projede sekiz remiks yer alıyor. “Bunlardan bir tanesi çok ilginç.
Tamburada ve DandadaDan’dan tanıdığımız alternatif müzik aleminin tanınmış isimlerinden Korhan Futacı, gayet “kadehi şişeyi kırarım” modunda “Deli Divane”yi öyle bir söylemiş ki hayret ettim. 40 yıllık şarkı sanki baştan yazılmış gibi. Dikkat, yeni bir Müslüm Baba doğuyor. Müzikseverler bunu bir kenara yazsın.
Hatta gelen haberlere göre ekiptekiler bu şarkıyı Müslüm Gürses’e teklif etmeyi düşünmüşler. Ama sonra Futacı’nın performansını duyunca “bu şarkı bu haliyle duyulsun Müslüm Baba illa ki söyler” fikri hakim olmuş. Hak veriyorum.
Albümde diğer şarkılar daha ziyade dans kafasında düzenlenmiş. Ama vokalleri alıp alta ‘dıptıs’ döşeme şeklinde bir yavanlık yapılmamış. Yeni solistlerle çalışılmış ve bu işe yaramış. Dikkati şarkılara yönlendirmiş.
Ve merak ediyorsanız hemen yanıtlayayım; hayır bu projenin herhangi bir yerinde Erol Evgin yok.




19 Şubat 2009 Perşembe

Kim bu Kemal?





Şimdilik onun sadece iştahlı olduğunu biliyoruz.
Peki ama kim bu Kemal?

Seda Sayan'dan büyük incelik




Sabah sabah Seda Sayan'ı seyrediyorum. Bir gariplik var ama ne... Kahvem bitince fark ettim. Ekranı yanlardan basmışlar, Seda Sayan olmuş Side Siyin. Böyle incecik zafiyet geçirecek neredeyse. Ekranın ayarı yanlış mı diye kontrol ettim. 16:9, 4:3, auto, maouto her türlü ayarı denedim. Ne yaptıysam olmadı. Kadını ince gösterelim diye cümle alem bir deri bir kemik takılıyor.
Zapladım, insanların normal göründüğü bir kanal aradım. Petek Dinçöz "demek ki neymiş, teknolojimizi UFO'lara borçluymuşuz" dedi. Normal insan yok televizyonda.
Sidi Siyin'in yanındaki adam da bişey profesörüymüş yanlış anlamayın. Pirifisor...

18 Şubat 2009 Çarşamba

Ömür boyu demokrasi olur mu?



Bakın o da ne demek, nasıl oluyor diye merak edebilirsiniz, böyle oluyor: Garantili demokrasi. Dünya yeni keşfediyor, halbuki bizde gelenektir.

Bir albüm haberi de Mansur Forutan'dan!





Bir albüm haberi de eski köşe yazarı ve profesyonel Teşvikiye sakini Mansur Forutan’dan. Forutan'ın albümü de yakında raflarda yerini alabilir. Raf derken evdeki raflarımızdan söz ediyorum. Zira artık bir plak şirketinden albüm çıkarmak, hele hele büyüklerinden çıkarmak giderek saçma ve gereksiz bir hal alıyor. Mansur da evde kaydettiği albümünü, güzel bir sunum için aradığı metal CD kutularından bulur bulmaz 50 ila 100 adet arası basacak, sevdiklerine dağıtacak. Albümün müzik çizgisi nasıl anlatsam biraz karışık. Mansur’un Teşvikiye’deki tesislerini ne zaman ziyaret etsem kendisi farklı kafalarda kayıtlar dinletiyor. Önce tüm şarkılarda bolca elektro gitar vardı. Sonra Mansur her şarkıda elektro gitar olmayabileceği ihtimalini de sevdi ve değişik kayıtlar dinletti. Hala güçlü bir vokale ihtiyacı var. Ayrıntılar önüme geldikçe bildirmeye devam edeceğim. Mansur'un bazı kayıtlarını şuradan dinleyebilirsiniz.

Resimde Mansur yeni albümünün detaylarını Reha Muhtar, Mehmet Barlas ve Nebil Özgentürk'a anlatıyor. Ya şaka maka Mansur görseli ararken nette bunu buldum. Güzel kare ama kabul edin. Yaşamdan saniyeler...

'Eski Rolling Stone' Pınar Üzeltüzenci albüm çıkarıyor!




Yoksa bu Pınar o Pınar mı şu soldaki hani? Evet efendim tam üzerine bastınız. Eski Rolling Stone Pınar Üzeltüzenci, kardeşi Gümüşsuyu muhtar adayı Ekin hanımefendi ve bileklerinin gayet sağlam olduğuna bir Peyote konserinde tanık olduğumuz davulcu Kaan Akay albüm çıkarıyor. 2000’den bu yana kendilerine Proudpilot diyorlar ve sonunda, her zaman çaldıkları ikinci adres Peyote’nin plak şirketinden onlar da albümleniyor. Peyote’nin ilk albümü Replikas’ın Zerre’siydi.
Proudpilot’ı merak ediyorsanız şuradan dinleyebilirsiniz. Ama peşinen söyleyeyim asıl sahnede izlemek lazım. Adı henüz belli olmayan albüm çıktığında detaylara birlikte gireriz.

Bu arada önümüze gelen bir son dakika gelişmesini de aktaralım. Ekin’in Gümüşsuyu’nda muhtar olmak için adaylığını koyacağı kulislerde konuşuluyor ve mahallelinin kendisine destek olacağı tahmin ediliyordu. Ancak aldığımız habere göre Ekin adaylıktan çekilmiş. Bu geri çekilme çok konuşulur. Acaba işin içinde bir kaset mi var? Şu anki muhtar Ekin'i tehdit mi etti. Az sonra..

17 Şubat 2009 Salı

Metallica tashih yaptı!


Metallica'nın, çoğu oyun manyağı tarafından merakla beklenen Guitar Hero'sunun kapağı basına gösterilmiş. Ama o da ne? Katkıda bulunan grupların adları yazılırken Lynyrd Skynyrd'ın adını yanlış yazmışlar. Skynrd değil Skynyrd olacaktı. Yani ikinci Y uçmuş. Tamam kabul ediyorum Lynyrd Skynyrd da öyle Ahmet Mehmet tarzı bir şey değil. Arada bir Y kaçar gider. Benim için sorun değil de 40 yıllık grup bozulur. Bir de tabii kapaktan kimbilir kaç tane basıldı. Hepsi Lars'a kaçar umarım...
Tam Hero'nun H'sinin soluna bak. Gördün mü?

Facebook'taki fotoğraflarınız size ait değil!


Şu duruma bakılırsa Facebook'taki herkesin yüklediği tüm resimlerin mülkiyeti şu velete ait. Cümleten geçmiş olsun.

16 Şubat 2009 Pazartesi

İmaj yenilemekte iyi olmadığımız ortaya çıktı!




Efendim bunu anlamak için İngiliz bilim adamı olmaya gerek yok. Şu ara bildiğiniz gibi büyüklerimizde bir imaj değişikliği trendi var. Bakınız Reha Bey, bakınız Cihan bey. Aşağıda ise, kendileri kadar olmasa da düzgün sayılan abilerimizden Chris Cornell'İn uzun saçlı yeni imajını inceleyebilirsiniz. Buradan aldığımız ders?
İmaj yenilemek Türklerin en iyi yaptığı işler arasında yer almıyor olabilir, sanki...

Özlü Sözler!





Valla sezyum'un bloğunda gördüm. Oradan da bu özlü sözü aldım. alirizaonline.com diye bir adres. Mükemmel.


Önceki post'ta Nil'in formülü var ya. İşte burada da Ali Rıza isimli değerli insan kendi formülünü açıklıyor. Bakın böyle:


Bu neyin formülü?





Ayşe Arman sormuş:
Hem çocuk gibisin, saf ve duru hem de dişi ve seksi. Ne içince, yenince böyle olunabiliyor? Formülü var mı formülü?

Böyle bir kafa için cidden birşeyler yeyip içmek gerekiyor ya, neyse… Ama bakın öyle değilmiş. Nil Karaibrahimgil cevap veriyor:

Hemen veriyorum: “Ailenin kuzusu ol ve bir erkeğin göz bebeği…” Bu vitaminlere, “biraz özgüven” ve “şımarıklık” eklenince, ortaya benim gibi tuhaf karışımlar çıkabilir.

Harikasın Nil!
Ve tebrikler. Yıllardır üzerinde kafa patlattığım tahammül edilmez insan formülünü bulmuşsun. Ben de seziyordum ama böyle ifade edemezdim doğrusu.

Ama Nil, korkarım bu formülden çok var etrafta. Hiç orijinal bir yanıt olmamış…

Mehmet Ali bey’in sarışınları var ya Fox’ta. Onlar da aynen böyle.

Şımarık?
Zaten kafadan.

Ailenin kuzusu?
İlla ki.

Erkeğin gözbebeği? (En çok bunu seviyorum Nil).
Evet o da var, o da var.

Ve tabii özgüven.
Olmazsa olmaz.

Memlekette özgüvenden bol ne var ki zaten? Adam Yemekteyiz programında hayatında ilk kez patates püresi yapıyor, internetten baka baka. Ardından da ekliyor: İddialıyım, pürem iyidir. Ulan hem ilk kez yapıyosun, hem bu kadar basit bir şeye internetten bakıyorsun, hem de iddialısın. Buna biraz da şımarıklık eklesek demek ne olacak? Nil.
Sor bakkala, ekonomiyi ona verseler anında çözer, iddialı. Özgüven var. Üstelik o da ailesinin kuzusu.
Taksici dediğin mesela bugün en cahili trafiği çözecek. Bir versen yetkiyi… Üstelik o da ailesine kuzu…

Bütün gün kişisel gelişim kitabı okumaktan mı oluyor acaba bunlar?

Ya yeri gelmişken söylemeden edemeyeceğim. Nl'in kendi web sitesinde şöyle diyor. Nil'in alt benliğinin resmi sitesidir. Ay ay ay ben fena oluyorum. Bu kadar yaratıcılık fazla geldi... (Kravatı gevşet, alnını tutarak su iç modu)

NELER OLUYOR?




Haftanın etkinliklerinden derlediğimiz haber turumuzla karşınızdayız.
Metin Türkcan’ın amatörler arasından yapılan seçmeler sonucunda kurduğu grubu Metoboy Çarşamba Balans’ta olacakmış. Blue Jean’in yazı işleri müdürü Çağlan Tekil de müzik yapacakmış. Muhtemelen isimlerini çoktan unuttuğumuz pek çok hair band’den oluşan bir repertuar sunacak. Peki Metoboy ne çalacak? Çarşaba göreceğiz. Bu projenin adı “Benimle Çalar mısın”dı. Çarşamba çalıyorlar yani.

Cuma Ankara’da Live Dip’de Sakin konseri var. Grubun yakın çevresindenseniz (ya da grupi falansanız) yaşadınız. O gece orada eski Rolling Stone sakini, yeni asker Alper Bahçekapılı da olacak. Halen Mamak’ta vatani görevini yapan Bahçekapılı evci izninin bir bölümünü burada değerlendirecekmiş. O gece vur patlasın çal oynasın olur. Tahminim Alper çıkar Smiths falan söyler gerekli şartlar oluşturulursa. Sonrası karanlık…

Cumartesi akşamı Sultana The Hall’da olacak. Sultana sevdiğimiz bir ablamız, ama çok huysuz, çok hırçın canım... “Bol pantolon giymekle rapçi olunmuyor” diyerek muhtemelen Ceza ve arkadaşlarına (Ceza and Co.) çakmıştı. İstanbul rap alemlerinde neden pek kabul görmediğini anlamak zor değil. Ama giderek birbirine benzeyen rap’çilere bakınca farklı seslerind eçıkması ne güzel değil mi ey sevgili okur. Gecenin adı Style the Night. İnteraktif falan birtakım dalavereler de olacakmış. Stil sahibi bir şekilde gelinmesi öneriliyor. Tarz önemli değil, stil sahibi ol deniyor. Ay o nasıl oluyor anlamadım. Ceketimizin köşesine Michael Jackson budge’ı falan mı koyacağız. Ya da beyaz spor çorapla topuklu ayakkabı mı giyecek kızlarımız. Aman neler diyorum ben ya… Aman stilinize dikkat edin yani o akşam. Stilsiz kalmayın…

15 Şubat 2009 Pazar

Kaset geri döner de, nasıl döner?




















Walkman çıkalı 30 yıl olmuş. Ben bunun çıktığı günü hatırlarım (öyle denir ya). Kocaman siyah bir tane vardı evde. Acayip havalı bir şeydi. Eski tip metal kulaklıklarla mahallede acayip sükse olurdu. Sonradan renklileri çıktı bizimki out oldu. Bir de tabii bağıra bağıra konuşma olayı var mükemmel bir kafadır. Annemin kulağına takar sonra seyrederdim, bağır bağır bir hal olur kadın. Selin Özavcı geçende aradı da görüş istedi. Aklıma şöyle şeyler geldi:
Kaset, ilk müzik dinlemeye başladığım dönem demek. Plakçılardan karışık kaset doldurtmak, kayıtçı ağabeylerin kasedin boş kalan yerlerine kaydettikleri beklenmedik şarkılar sayesinde bir sürü grup keşfetmek... Kalitesiz bir müzik depolama yöntemi olsa da, sadece plakların olduğu bir dönemde kişisel müzik zevkinizi paylaşma fırsatı sunardı. Kişisel plak yapamayacağımız için kişisel kasetlerimizi yapardık! Müziğin demokratikleşmesinin ilk adımıydı bu. Plak, kaliteli müzik dinlemeye imkan sağladığı için geri döndü. Kaset için aynı şey söz konusu olur mu bilemiyorum.

Kaset deyip geçmeyin. Kasedin de kendi içinde şereflisi şerefsizi vardı. Normal raks, şeffaf olan en dandik kasetti. Şerefsiz iki dakikada sukoyverirdi. CrO2 (kromdioksit) olanlar iyiydi. Genelde en fazla bunlardan vardı bende. Maxell, Basf, TEAC, Raks. Kasetin Mercedes'i TDK'ydı. Hele hele metal olanları. Bende bunlardan bir tane vardı 90'lık. Ön arka komple Thin Lizzy konseri. California falan öyle bir şey. Gözüm gibi bakardım.

Kasedi dinle dinle ses boğulur iyice dinlenmez olur. Sonra alkollü pamukla teybim kafasını silersin. Bir 10 dakika nefis idare eder, sonra yine aynı. Okula giderken otobüste falan pilleri idareli kullanmak için başa falan saracaksam kalemle sarardım. Böyle altı köşeli faber. Tam oturur cuk diye. Aksi takdirde sevdiğin şarkıyı dinlemek için başa ala ala pil biter otobüste kala kalırsın. Bu durumdan kurtulmak için tek yüz aynı şarkı kaydettiğim olmuştur. Possession Obsession (Hall & Oates) için bunu yaptığımı hatırlıyorum.
Kaydettirdiğim karışık kasetleri bugün bile ezbere bilirim. Hangi şarkı neresinde katledilerek mikslenmiş, hangi şarkı hangisinden sonra geliyor. Bazen ne dönem ne de tarz olarak alakası olmayan şarkılar bir arada olurdu. Ben o şarkıları birlikte dinlediğim için kafamda hep aralarında bir ilişki vardır. Sadece benim bildiğim bir ilişki.
Van Halen'ın Jump ve Panama'sından sonra Shannon'un Let the Music Play'i gelirdi ve bunu hiç yadırgamazdım. Sonra Billy Joel'den uptown girl ve Mike Oldfield'dan To France...

Kaset geri döner mi dönmez mi, bilmem. Ama yakında başına kıçına walkman takan, kaset şeklinde çanta taşıyanları görebilirsiniz. Walkman'i biz dinledik, ekmeğini bu saatten sonra Ece Sükan'la Eda Taşpınar yerse hiç şaşırmam.

14 Şubat 2009 Cumartesi

Onlar kalp şeklinde pasta yemediler...



- Yoko nereye aşkım?
- Sevgililer günü indirimi var ya aşkım. Şöyle bi dolansaydık çarşıda, sonra da kalpli malpli bişeyler yerdik...
- E hadi o zaman...

***

Bu mudur?

13 Şubat 2009 Cuma

Sevdiğimiz şeyler: Klip

Oren Lavie - Her Morning Elegance


Oren Lavie - Her Morning Elegance from Mihail Zhuravlev on Vimeo.

Senden başla, ben geliyorum...


İfistanbul'da yer alan alt bölümlerden birinin adı Senden Başla! Ve iF'ciler bu başlığı önemsedikleri için sürekli ekranda görünüyordu açılış gecesinde. Ayrıca afişlerde falan hep bu var. Senden başla!. Meğer Do it yourself'in Türkçe meali olarak düşünmüşler.
Türkçemiz elden gidiyor geyiklerine karşıyım o değil hadise ama senden başla kadar kötü bir ifade de duymadım doğrusu. Kendin yap değil, kendinden başla değil, sen yap değil. Senden başla. iFistanbul bloğunda konuyu anlatmışlar. İnsanları düşündürmekmiş amaç. Bir es verdirmek.
Dili eğip bükmek iyi de bunu ne tarafa eğersen eğ olmuyor. Do it yourself kendin yap demek. Bunun pozitif bir anlamı var. İnsanı harekete geçiren bir yanı. Çok güzel. Ama sonuçları berbat da olabiliyor. İşin bir sonraki aşaması da "ben yaptım oldu". "Senden başla" öyle olmuş biraz; "Ben yaptım oldu".
İkisinin arasında bir yer yok mu bildiğin?

Göz alıcı olmuş!



Yeah yeah Yeahs'in It's Blitz'inden Zero single'ının kapağı. "Eye-catching" demiş Rolling Stone...

Sevfiğimiz şeyler: Klip

Bora - Aramizda Bir Gerginlik mi Var?



Oh yeah beybi. Bu klibimizde sevdiğimiz müzisyenlerden Bora Uzer'i izliyoruz. Bora'nın albümü 15 Şubat'ta çıkıyormuş. Yazın bir kenara. Kenan'dan Tarkan'dan sıkıldım diyene.

12 Şubat 2009 Perşembe

You CAN touch this!





















Mc Hammer'la Vanilla Ice 27 Şubat gecesi Los Angeles'ta bir gece için bir araya geleceklermiş. Şovun adı "Hammer Pants and Ice". Ovvvvv, you can touch this! Çok eğlenirdik de yol kurtarmaz... Acun bu ikiliyi şovuna almalı. Yok yok daha iyisi var. THY filminde oynatalım... Serinin devamı. Sonra da popüler olup Fox'a sabah programı yaparlar. İşte küresellik bu. Seviyorum be...

The Whitest Boy Alive'ın yeni albümü hakkında...


Rules ilk albümün izinden gidiyor. Kimi yerlerde Dreams'e göre daha fazla dans ettirecek, sahnede çalmaya daha uygun şarkılar yapmışlar. Kimi yerlerde klavye kullanımı Everything But the Girl'ün 90'larda verdiği hissiyatı aratmıyor (Intensions, High on the Hills). Albümün tamamına yayılmış ve çeşitlenmiş klavyeler gruba yaramış.
Courage hemen kendini belli eden bir şarkı. Çıkış parçası olmaya en yakını o. Timebomb her grubun çalmaktan zevk alacağı türden bir takılmaca şarkısı. Ama tıraş yapan gitar soloları falan yok. Onun yerine müzik birden beşe her viteste çiçek gibi açılıyor. High on the Hills ve 1517 albümün kalanına göre daha dramatik ama dans hissinden hiç kopmayan şarkılar. Dead End'de grup The Police misali aksak bir ritmin arkasına takılıp gidiyor. Sonra gayet dinamik bie şekilde parça başlıyor.
Benim ilk favorim Rollercoaster Ride. Bu şarkıyı şu anda loop'a alıp defalarca dinliyorum. Sıkılmaktan korkuyorum. Sıkılınca haber veririm. Son derece sakin, ağır ama groove'u tam, bence mükemmel olmuş. Bitmesi sinirimi bozuyor.
Erlend Oye'nin sonradan remikslediği kendi şarkılarını andıran elektronik bir psikolojideki Island, albümü harika bir şekilde kapatmış.
Whitest Boy Alive, Rules'da en iyi yaptığı şeyi tekrarlıyor. Basit bir loop bul, kültürünü ve gözlemlerini konuşturarak ondan harikalar yarat. Fazla kalabalık yapma az ve öz entrüman kullan ve hepsinin sesini ayrı ayrı duyalım. Kulağa hiç zor gelmiyor değil mi? Ama zor.

11 Şubat 2009 Çarşamba

Ayhan Abayhan'ın Facebook fotoğrafı bu olmalı!














Biliyorsunuz aylar önce Facebook'a girmesi için kampanya başlatılan, "Ayhan Facebook'a girsin" grubu açılan Ayhan sonunda dün ani bir kararla Facebook'a girdi. Ama hala fotoğrafı yok. Ben bunu öneriyorum. Başka öneriler varsa yollayın koyayım. Hatta oylama yapalım. Her şey Ayhan için. Pek de cool sigara migara, bak bak bak...

Stone Temple Pilots: Birleşmede son durum...


Stone Temple Pilots reunion'ı ile ilgili Spin bir söyleşi yapmış Scott Weilend'la. Ulan ne severdik be. Core albümünün kasedi telek telek olmuştu dinlenmekten.



In the Q&A below, Weiland discusses his tour, his latest solo album, and the beginnings of STP's upcoming reunion record.

SPIN: Launching your first solo tour in such a long time, do you feel like you had something to prove?

SW: It's felt freeing. It felt like less pressure than the STP tour. I felt confident. I was excited about it and when you're really looking forward to something, you don't feel that sense of pressure. Also, I've changed the way I look at things. When I put out a record or single I don't allow myself to set up expectations like, "This song must be a number one hit. Its got to sell X amount of records." I have fallen into that trap before. Things just happened and it's better to not set your expectations high. And that's what happens when you have a long career -- not every album is going to be record setting.

SPIN: Do you have the same camaraderie with this backing band as you do with STP?
Scott Weiland: Yes, definitely. We sort of decided from the first show that we're going to approach it differently, and just sort of freeform jam a lot and let those jams leap from song to song. And it really opened up the band, creatively -- it's like how jazz musicians would approach the songs. Where you just sort of feel it out. These jams were sort of like space jams, they would just lead off however long we were vibing it, anywhere from four to 10 minutes.

SPIN: Any difficulties along the way?

SW: There were some shows on the first leg of the tour where we were kind of stiff. But it was the very beginning. We'd only had three rehearsals as a whole band, so it was all new. I had only played the songs on the record -- that's a little different than working songs out live. With a new group of guys it changes the chemistry, and you're going to play things live a little differently.

SPIN: The songs on Happy in Galoshes are far more personal and introspective than anything you've ever done. Do you ever feel like you're giving away your secrets?
SW: No, but this record was really a peek into my relationship with my wife. I remember, I was talking to the guy that I'm writing my memoirs with, and he said, "You know, it kind of reminds me of that Marvin Gaye record Here, My Dear, which he gave to his wife when they divorced." So it was sort of like that kind of record for me. And there are some songs about my brother's passing. And there are older songs about my drug addiction. It's been six years since I stopped doing heroin, and what I started realizing at that time was that I had become sort of trapped in my own lyric writing, where everything started seeming overindulgent -- I was overindulgent in my own apathy. So I started going back and listening to my favorite lyricists, like Bob Dylan, and started trying to write outside my own perspective.

SPIN: Is there a new Stone Temple Pilots record in the works?

SW: Yeah. Those guys [DeLeo Brothers] have already been writing the instrumental music. It's a different process than doing stuff solo. I write a lot of the music, melodies, and lyrics myself and with Doug [Grean, guitarist]. Really, it's a two-man process. But with STP, Robert and Dean write the chords and riffs and then they bring stuff to me.

SPIN: Have they brought anything to you yet?

SW: No, except for the stuff we jammed at sound check [on the last tour]. And some of that was really cool. And those things were recorded; we brought a little Protools rig that was at the front of the house. So any little nuggets that popped out, we'd have on tape. So when I'm finished doing my thing, I'll hear what kind of ideas they have. And in the spring we'll be ready to record.

SPIN: So are you guys hoping for something in 2009?

SW: STP will have a new record out in early 2010.