15 Temmuz 2009 Çarşamba

MÜESSESEMİZ TAŞINMIŞTIR! Hafifmüzik.org geldi artık, ona göre...



Geçen hafta Batu John Londra'dan gelip "Artık şu org adresinle de bi ilgilen" diye ultimatomu verince biz de yeni adrese geçmiş sayıldık değerli Hafif Müzik'çiler.
Artık toptan yeni yerimize taşınıyoruz. Açık adres hafifmuzik.org oldu. Tarif olarak da çok basit. Atlayın ben sizi götüreyim.
Eksikler var. Sizden öneri ve eleştiri bekliyoruz.
Bizimkisi hizmet yarışı...
MÜDÜRİYET

Google'dan takip eden değerli üyelerimiz; bundan sonra http://feeds.feedburner.com/hafifmuzik/MKeA şeysini şeyediniz readerlarınızda. Ya da hafifmuzik.org adresine girip katıl kurt seçeneğini tıklayınız...

12 Temmuz 2009 Pazar

Emo geldi de geçiyor bile…


Geçen hafta gazetelerde yayınlanan “Emo nedir, Emocular kimlerdir” haberlerini okuyunca aklıma 10 yıl öncenin vazgeçilmezi “clubber (kılabır) kimdir, ne yer, ne içer” haberleri geldi.
O zamanlar Aktüel’deydim ve Ercan Arıklı sürekli bu konuya ilgili haber koymak isterdi. Haklıydı da. Çünkü bu yeni bir akımdı. Merak ediliyordu.
Toplantılarda kendi tarzında kamuoyu yoklaması yapardı.
“Yavrucum kimdir bu kılabır? Kim club’a gitti elini kaldırsın…”
Hemen dört-beş kişi endişe içinde el kaldırır.
Ben o sırada gelişmeleri kaygıyla izlerim.
Sonra bir adım ileri gider Ercan bey…
“Peki kim clubberlarla tanıştı? Eşi dostu kılabır olan yok mu?”
Hop! İki kişi daha kaldırır…
Sonra Ercan Bey halkayı giderek daraltır.
Bir keresinde “Kim extacy kullandı elini kaldırsın” demişti.
Sonra neler olduğunu anlatmayayım şimdi…

***

Geçenlerde evlerinden kaçıp İzmir’e maceraya koşan Büşra ve Cansu vesilesiyle bir sürü Emo haberi çıktı.
Bu kızlar Emo’cuymuş.
Kendilerinin böyle bir açıklaması yok. Ama tarzları benziyor.
“Basın uyuyor mu, neden doğru dürüst Emo haberi yapılmıyor” diye yazıldı…
Ama aslında Emo ne zamandır var olan ve Türkiye’de de en az üç-dört senedir gayet bilinen, belirli bir de kitlesi olan bir akım.
Emo haberine gazeteler uyanamasa da dergiler olayın çoktan farkında.
Memlekette yayınlanan müzik dergilerini takip ederseniz en çok satan şeyin Emo olduğunu bilirsiniz.
Kapakta ha babam Tokyo Hotel, Paramore, My Chemical Romance, 30 Seconds To Mars, Fall Out Boy, Panic! At the Disco gibi gruplar vardır.
Satışlar düşüyor mu? Ver Tokio Hotel çıkartmasını düze çık hemen…

***

2007’de Ayhan Abayhan Rolling Stone’da bu konuda bir yazı yazmıştı.
Emo’nun kökleri Fugazi grubuna dayandırılıyor.
Grubun lideri Guy Picciotto ise bunun bir müzik akımı olduğunu hiç düşünmedim. “Bana salakça geliyor” diyor.
Zaten gerçek Emo’cular, kendilerine Emo’cu denmesinden nefret ediyor.
Emo emotional’dan geliyor ya. Yani duygusal demek…
Emo’cular bu tanıma “ne yani diğer grupların şarkılarını robotlar mı söylüyor?” diye isyan ediyor.
80’lerin ikinci yarısında Emo tanımının hardcore punk grupları için kullanılmaya başlandığı biliniyor.
2000’lerde ise bugün bildiğimiz anlamıyla Emo’nun ortaya çıkışı var.
Gotik tarzda giyinen genç gruplar bunlar.
Müzikleri rock ya da punk kökenli ama çok melodik ve etkilendikleri bu iki ana akıma göre tarzları kolay dinlenebilir türde.
Bu grupların rol modelleri arasında en tanınmışları The Cure, David Bowie gibi isimler olan müzisyenler var.
2000’lerden itibaren akımın merkezi Washington D.C. Sert ve hızlı bir müzik, depresif şarkı sözleri, buna paralel vokaller belirleyici rol oynuyor.
Emo’lar aslında imajsızlık üzerine yoğunlaşıyor.
Yani uyumsuz giyinerek tepkilerini gösteriyorlar.
Toplumu hayatlarından dışlıyor, insanlardan kendilerini soyutluyor, kendi dünyalarında yaşıyorlar.
Zaten 12-16 yaşındaki gençlerden bahsediyoruz. Emo lafının bence onlara cuk oturan yanı bu. O yaşta insan “emo” olur, duygulu olur. Hisler tavan yapar, hormonlar azar.

***

Ama günümüzde kalabalıkları peşinden koşturan Emo bir imaj ve ekonomi.
Son 10 yılda her yönden gazlanmasının nedenlerinden biri de sektördeki gelişmeler.
İnternet devrimi ve albüm satışlarının düşmesinin ardından hip hop bile satmazken, Amerika’da bu Emo gruplarının internette tavana vurduğunu fark etti yapımcılar.
Ve her şirket birer ikişer Emo’cu aldı kadrosuna.
Son beş yılda Türkiye’de de bu akım yükseldi.
Ne zaman gençler bir şeye ilgi duysa, topluca bir şeyi beğense anne babalar paniğe kapılıyor. Basın da bu korkuyu gazlıyor.
Halbuki Emo dediğimiz de adı Ahmet-Mehmet- Zeynep olan bir insandır, içimizden biridir. Ötekileştirmek niye?
Önemli olan kategorilere takılmadan hadisenin özüne vakıf olmak değil mi?
O halde hep beraber: “Emo insanın kendine yakışanı giymesidir.”

Prodigy yaşlandı mı?



Glastonbury'deki azgınlığa bakılırsa, hayır. Haftaya çıkacak ak koyun kara koyun.

Bir de sahneye Juliette Lewis zıplasa (Prodigy'den birkaç saat önce çalıyor), Hotride'da vokal yapsa çok kıyak olur.

Glasto performansı playlist'i ve performans hakkında notlar şöyle:

1) Sahnede ana avrat düz gidiyorlar. Küfürün bini bir paraymış. Tövbe tövbe.
2) Breathe'in dubstep version diye geçen farklı bir halini çalıyorlar. Videonun 5. dakikasına zıplayın hemen.


'World's On Fire'
'Breathe'
'Breathe (dubstep version)'
'Omen'
'Their Law'
'Poison'
'Warrior's Dance'
'Firestarter'
'Run With The Wolves'
'Voodoo People'
'Comanche'
'Omen (reprise)'
'Invaders Must Die'
'Diesel Power'
'Smack My Bitch Up'
'Take Me To The Hospital'
'Out Of Space'

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Onun label'ı var!


Amerika'nın en fazla okunanları arasında yer alan, kimilerinin nefret ettiği magazin blogcusu Perez Hilton müzik işine el attı. Kendi şirketini kurdu. "Bende çok süper kulak var" demiş. Kulakla oluyosa tamam. Yakında Hafif Müzik label kurarsa şaşırmayın.

Hürriyet ekler yine bombayı patlattı!



Geçen hafta Leonard Cohen'i İstanbul'a getirip Kuruçeşme Arena'da konser verdirmişlerdi. Bu hafta da Peter Cincotti'yle röportaj yapmışlar ama resim olarak Brad Mehldau'yu kullanmışlar. Üstte Cincotti altta Mehldau. Geçmiş olsun.

İstiklal Marşı bizim işimiz!

10 Temmuz 2009 Cuma

Cohen Paris konserinden...





Purple Diary'de pişti, bize de düştü. Cohen 5-6 Ağustos'ta İstanbul'da. Gaza gelmek isteyenler Paris görüntüleriyle idare etsin kafası...

9 Temmuz 2009 Perşembe

Aradaki 5 farkı bulun!



Yalın’ın yeni albümünde yer alan “Ah Be Kardeşim” isimli şarkısına çektiği video klip şu ara herkesin dilinde. Video klibin görüntüleri şahane, çok doğal, pek yaratıcı imiş. Öyle cidden. Ama biz bu konsepti sanki daha önce bir yerlerde görmüştük. Başka yabancı kliplere de benzetildi bu konsept ama uzaa gitmeye gerek yok. Hafızalarımızı şöyle bir tazeleyince eski görüntüler kafamızda canlanıverdi. Athena tabii ki! 1998’de çıkardıkları ilk ska sound’lu albümün çıkış şarkısı “Skalonga”nın video klibini hatırlayan var mı?? E tabii o zamanın koşullarını düşünecek olursak iki klip arasında dağlar kadar fark olduğunu göreceksiniz, en azından teknik anlamda. “Skalonga” bir gecekondu mahallesinde oldukça düşük bir bütçeyle çekilmişti. Klipte Captain Hook tayfası boy gösteriyordu, her şey gerçekten doğaldı. Yalın, mekan olarak İstanbul’un marji ‘neighborhood’u Cihangir’i kullanmış ve burda doğal bir ortam yaratmış, her şey spontane gelişiyor kafası...
Aman yanlış anlaşılmasın, ortada bir çalma çırpma olayı var demiyoruz. Sadece izleyelim eğlenelim, nostalji yapalım istedik.


Stanley, Marcus, Victor ve bizim çocuklar...


Dün akşamki SMV konseri sonrası kulis. Sezyum Bey'le Victor Wooten arasındaki duygusal anı da burada görüntülemiş oluyoruz. Bu arada üç üstad içinde Stanley Clarke'ın yeri ayrı derim ben...

Benzerliğin böylesi...



Hafif Müzik bir adet "benzerliğin böylesi" haberini gururla sunar. geçenlerde Mecidiyeköy'den geçiyordu. Meydanın tam ortasındaki inşaatın duvarının üzerinde bir adet inşaata girmek yasaktır tabelası var. Bir baktık bu tip tanıdık. Kimdi bu yau diye düşünürken yarım saat sonra yolda şu minibüsü gördük. Yau bu inşaat adam Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'ün hık demiş burnundan düşmüş. Ya da güneş bizim başımıza geçmiş...

8 Temmuz 2009 Çarşamba

“Nilüfer’in şarkısını beğenmedik” diyebilmek...


Nilüfer’in yeni albümü Hayal’de yer alan “Bir bilseydin” şarkısının klibi Power Türk’ten veto yedi.
Peki kim yaptı? Nasıl yaptı?
Merak ettim önce Nilüfer’in basın danışmanını aradım.
Herhangi bir neden göstermeden yayınlamama kararı alındığını söyledi.
“Neden” diye sordum.
“Bilmiyorum kendilerine sorun” dedi.
Power Türk TV’den Dursun Güleryüz’ü aradım. Güleryüz çok kibar bir şekilde bana bir bilgisayar programından bahsetti. “Bazı klipler otomatik olarak eleniyor” dedi.
Hiçbir şey anlamadım.
“Müzik direktörümüz yok, bilgisayar ne derse o” dedi.
“Ne bilgisayarı bu, hangi program” diye üsteledim.
Detay vermedi.
“Nasıl çalışıyor” dedim.
“Onu anlatamam” dedi.
Ama şunu söyledi ve ben inandım: “Nilüfer’in kendisine ve şarkılarına veto falan söz konusu değil...”
Bu şarkı “sistemden” geçmemiş. Hadise bu…
Bir defa şunu söyleyeyim. Özel bir kanal, izleyicisinin talepleri ve hedef kitlesinin beklentileri doğrultusunda, ya da tamamen keyfi olarak, istediği klibi yayınlar, istemediğini yayınlamaz.
Bunda kızacak gücenecek bir şey yok.
Power Türk’ün de bir seçici kurulu var. Hangi klibin yayınlanıp yayınlanmayacağına karar veriyorlar.
Durum böyleyken benim takıldığım “Biz bu şarkıyı beğenmedik. Çok yavaş kaçtı. Nilüfer’e saygımız sonsuz ama yaz vakti bize uymaz” demek yerine suçu bilgisayara atmak.
Yahu koskoca kanalı bir bilgisayarın yönettiğine inanmamızı mı bekliyorsunuz Allah aşkına? Ne bu Matrix mi?
Televizyon kanallarında çeşitli özellikler kodlanmış şarkıları belli düzenlere göre yayınlayan sistemler olduğu zaten biliniyor.
Mesela, hızı 70 bpm olsun, hit olsun, slow olsun, kadın sanatçı olsun gibi…
Bu özelliklerden mönüler yapıp şarkıları art arda çalabiliyorsunuz.
Buysa kastedilen “bilgisayar”, onu anladık da “bilgisayar karar veriyor” yanıtı tatmin etmedi doğrusu…

7 Temmuz 2009 Salı

Barcelona teknik direktörü Guardiola Amy Winehouse dinliyor


Efendim olay şöyle. Barcelona teknik direktörü Josep Guardiola bir basın toplantısı düzenliyor. Hazırlıklar sırasında bir gazetecinin cep telefonu çalıyor. Melodi Amy Winehouse'un "Rehab"i. Guardiola "No, no, no..." kısmına eşlik edip açık mikrofondan kendi kendine şarkıyı söylüyor ve herkes duyuyor. Hani dedik ya Rijkaard Pixies seviyor diye. Barcelona'nın şu anki tenik adamı da Amy Winehouse dinliyor. Haberi böyle vermiş her iki haberin de kaynağı olan So Foot dergisi.. Meraklısına tavsiye ederim. Futbol seviyor ama buradaki yayınların klişelerinden ve kısırlığından bayıyorsanız bir göz atın. Ehm... Tabii Fransızca da biliyorsanız...
(Böylece Rijkaard haberinin de uydurma olmadığını anlatmış olduk herhalde...)


Rijkaard'ın hayatını Pixies değiştirmiş!



Bugünkü Milliyet Spor'da Rijkaard'ın sevdiği şarkılar var. Hayatını değiştiren grup Pixies'miş. İngiliz demişler ama artık olur o kadar yanlış. Spor servisine giydirmeyelim. Doolitle albümünü beğeniyormuş. Baktım benim de en sevdiğim albümüdür. Bu yıl 20. yıl turnesini yapıyorlar bu albümün.
Ayrıca kazanınca Nirvana unplugged'ı koyup, kaybedince hard rock dinlediği yazıyor. Acaba ters mi anlaşıldı, ya da çeviride bir hata mı var diye düşünmedim değil. Zİra Nirvana dinleyip eğlenen birini düşünemiyorum.
Neyse ayrıntılı listeyi, bu haberde omayanları ve playlist önerilerimi Cumartesi Milliyet'teki yazıma saklıyorum.

Trent Reznor twitter'sız yapamıyor!


Trent Beyler tweet'lemeye yeniden başlamışlar.
Hafif Müzik'in de yazdığı gibi beyimiz Haziran başında twitter'dan illallah demişti.

Neredeyse 10 gün bile twitter'sız yapamadı ve 19 Haziran'da And fuck you, trolls. I'll tweet if I feel like it dedi twitter'ında.

Bakalım İstanbul ile ilgili de bir şeyler tweet'leyecek mi?
Gelişmeler için Hafif Müzik'te kalın.

Çarşı’nın Michael esprisi ırkçı...



Hayatının yarısını beyaz yarısını siyah olarak geçirmiş. En büyük Beşiktaşlıymış.
Aman ne komik.
Zeki görüneyim diye her gündeme maydanoz olma hadisesini bu defa yüzlerine gözlerine bulaştırmışlar.
Okuyunca gülenler ve bu kıvrak zekaya hayran kalanlar olabilir.
Ben onlardan olmayanların sesi olayım.
Bir insanın derisinin rengiyle ilgili espri yapmak ırkçılıktır. Ayıptır.
Dilimizde gündüz fenerinden şopara, araptan yamyama içimizde yaşayan üç beş farklı insanla bile dalga geçmek için üretilmiş bu kadar fazla kelime varken kusura bakmayın ama bu espri bana komik gelmiyor.
Çarşı ırkçılığa karşı diye biliyorduk biz oysa...

(NOT: Bu yazıyı yazdım diye yemediğim küfür kalmadı. Çarşı eleştiriye de karşı herhalde...)
(NOT2: Çarşı bunu ırkçı bir amaçla söylememiş olabilir. Niyeti bu olmaya da bilir. Ama bu söylem ırkçıdır. Kullandığı dil öyledir. Benim dediğim bu. Buna gülmeyelim. Talihsiz olmuş. Bu... Bu kadar küfürbaz insan görmedim ya. Adam bana saygısız diyor yedi sülaleme küfür ettikten sonra... Sağol kardeş saygıyı senden öğrenmiş oldum. Tabii doğru dürüst eleştirenleri bunu dışında tutuyorum. Bu son nottur. Sevgiler saygılar...)

Milliyet'te yayınlamıştır...

6 Temmuz 2009 Pazartesi

"O son birayı içmiycektik abi..."



"Abi o son birayı içmiycektik" klişesi vardır ya hani değerli okurlar. Bu onun "O son 50 birayı içmiycektik" hali...

Özel Röportaj: SMV çalarken sahnede neler oluyor? Victor Wooten anlattı...


İki haftadır evde hazırlıkları başlattım. Eski bas gitarımı piyasaya çıkardım. Amfinin yanına koydum. Ayıptır söylemesi mahalleyi inletiyorum. Ama bir sorun, neden? Çünkü efsanelerin konseri var. 8 Temmuz'da (Çarşamba) Açıkhava'dayız. Bas dendi mi akla gelen üç beş büyük müzisyen arasında adı geçen Stanley Clarke, Marcus Miller ve Victor Wooten. Her biri kendi gruplarıyla şahane, ama bir araya geldiklerinde daha da ilginç oluyor. SMV grubun adı. İsimlerinin baş harfleri. Ve üç bas gitarlı bir grup. Peki üç adet bas gitar birlikte ne yapabilir? Konseri nasıl izlemeli? Üçlüyü nasıl takip etmeli? Victor Wooten’a merak ettiğim şeyleri sordum. O da anlattı.

* Üç bas gitar var. Görev dağılımı nasıl? Grupta herkesin farklı yetenekleri var. Yani herkesin yeri ayrı. Marcus genellikle en dipte, şarkının temelinde yer alıyor. Stanley ön plandaki kısımları veriyor. Bense ortalarda bir yerlerdeyim. Ama sahnede çalarken roller zaman zaman değişiyor.
* Tarzlarınız arasındaki farklar neler?
Aslında biz bas gitarın üç farklı kuşağını temsil ediyoruz. Bunu her birimizin çalış tarzından anlayabilirsin. Stanley old school (eski usul) bir müzik anlayışından geliyor. Adamın çaldığı şeyler bas gitarın temel taşları gibi. Marcus bir besteci ve prodüktör gibi bakıyor şarkıya ve öyle çalıyor. Çaldığı her şey cuk oturuyor. Adam müziğin tamamına konsantre olarak çalıyor.
Bense bu ikilinin resmen hastasıyım, hayranıyım. Aralarda ayak uyduruyorum. Yine de bu ikisinin yanında çömez hissediyorum…
* Nasıl başladınız çalmaya?
Dört kardeşimle çalarak büyüdüm. Bası da böyle öğrendim. En büyük abim Regi iki yaşında bası verdi elime ve konu kapandı.
* Turnenin en çok nesi güzel?
İnsanlarla ünlü müzisyen falan değil de normal insanlar gibi tanışıp konuşmak güzel. Bir sürü hikaye dinliyorsun.
* Çalarken en heyecanlı şey ne?
Sağıma bakıyorum Stanley, soluma bakıyorum Marcus. Daha ne olsun?
(Bence de...)

Milliyet'ten...

5 Temmuz 2009 Pazar

13-16 Ağustos Foça Rock Tatili'nin detayları belli oldu!


Biz onu Zeytinli diye tanıdık sevdik. Ancak o Foça'ya taşındı. Sonra adını değiştirdi Rock Tatili oldu. Tahminlerimize göre yılın en eğlenceli etkinliği olacak. Deniz. güneş. kızlar ve ehm... Emo'lar ve metalcilerle dolu bir hafta...
Herkese şimdiden iyi tatiller diliyor, gelen basın bültenini aşağı döşüyoruz...

TÜRKÇE ROCK MÜZİĞİN EN GÜÇLÜ KADROSU
“ROCK TATİLİ FOÇA” DA !

POEM Organizasyon tarafından düzenlenen ROCK TATİLİ 4 yılda yaklaşık 200.000 seyirciye ulaşan ve toplamda 700’ü aşkın müzisyenin sahne aldığı, Türkiye’nin en büyük açık hava festivali olan ve geçen sene 68.000 kişinin katıldığı ROCK TATİLİ Zeytinli Rock Festivali, bu yıl “ROCK TATİLİ Foça “ adıyla Izmir- Foça ’da.

ROCK TATİLİ Foça, bu yıl izleyicilerini değişen festival alanında, müzik, spor ve plaj eğlenceleri ve foklarla dolu bir yarım ada da ; ROCK TATİLİ ’nde ağırlıyor.

“ROCK TATİLİ Foça “ bu yıl 13-14-15-16 Ağustos tarihlerinde Ege’nin mavi bayraklı sahillerinden İzmir Foça İngiliz Burnu’nda tüm rock severleri Türkçe Rock ın Dev Kadrosuyla buluşturuyor.

Değişen çehresi ile hem sadık takipçilerine rock müziğin yurtdışı ve yurtiçindeki öncü isimleri ile buluşma imkânı tanıyan, hem de doğa ile iç içe bir tatil imkanı sunan festival, bu yıl da, izleyicilerine müzik ve eğlence dolu günler vaat ediyor.
Ayrıntılı bilgi ve gelişmeler için,
www.rocktatili.com ve www.zeytinlirockfest.com adreslerini takip edebilirsiniz.




ROCK TATİLİ FOÇA Line Up :

DJ’ler :

Çağlan Tekil ( Laneth )
Mete Sohtaoğlu ( Mosh )
Murat Beşer ( Oldies )
Murat Meriç ( Türk-İş Funk )


ANA SAHNE

Anemi
BaBazula
Black Tooth
Çilekeş
Dinar bandosu
Duman
Epica ( Hollanda)
Gren
Karapaks
Kolpa
Kurban
Kül
Magick
Marsis
Metoboy
Moğollar
Mor ve ötesi
Ogün Sanlısoy
Öztürk
Pentagram
Teoman
Tibet Ağırtan & Rock’n roll
Yasemin Mori
Yüksek Sadakat


MySpace Sahnesi

Rock Tatili Foça’da iyi ve güzel müzik MySpace Sahnesi’nden yükselecek. Yayınladıkları ilk albümleri ile ortaya koydukları kimlikleri ve kaliteli müziği ile müzikseverlerin dikkatini çeken beş ismin yanı sıra kendi müziğini yapan 17 amatör grubu ağırlayacak olan MySpace Sahnesi’nde performans gösterecek 24. Grup ise MySpace Türkiye tarafından www.myspace.com adresinde yapılacak yarışma sonucunda belli olacak.

Ayrıca on binlerce insanın katılımıyla MYSPACE Secret Show, bu sefer ROCK TATİLİ’ nde düzenlenecek. Secret Show’da sürprize hazır olun çünkü dünyaca ünlü bir grup Myspace Secret Show kapsamında sahne alacak.


CENKHAN ALKAYA
CİN SEDDİ
ERDEM YENER
HAYDUT
KIRKALTI
BAZUKA
CONTROL+Z
DEMİR SERT
DÜŞÜM AYNA
ENDİP
GULYABANİ
LYRA VALS
OSMANLI TÜTÜN REJİSİ
OYUNBOZAN
PARTİ
PICK UP
ROL
SINIR
SOLUTARY
TENEKE TRAMPET
THE AYILAR
UNLEASH

Blur iyi ki yeniden birleşmiş

O kadar konuşuldu ve de övüldü ki yabancı basında, paylaşmadan edemedik. Karşınızda Blur, 'The Universal' ile... Glastonbury performansı. Here is your lucky day" hesabı...

Tarih: 28 Haziran
Yer: Glastonbury Pyramid Stage.
Blur yerine Black Eyed Peas'i izleyen akıllılar bir avuçmuş Guardian'ın yazdığına göre.

Hafif Müzik şahane pazarlar diliyor.

Playlist de şuymuş:
'She's So High'
'Girls And Boys'
'Tracy Jacks'
'There's No Other Way'
'Jubilee'
'Badhead'
'Beetlebum'
'Out Of Time'
'Trimm Trabb'
'Coffee And TV'
'Tender'
'Country House'
'Oily Water'
'Chemical World'
'Sunday Sunday'
'Parklife'
'End Of A Century'
'To The End'
'This Is A Low'
'Popscene'
'Advert'
'Song 2'
'For Tomorrow'
'The Universal'

Yeni albümler: "Kahraman" / Hadise

Hadise’yi Eurovision’dan önce pek ciddiye alan yoktu. ‘Gurbet ellerde yaşayan, dans şarkıları söyleyen çıtır’ olarak biliniyordu. Gençliği, güzelliği, göbeği ilgi çekiyordu ama dikkat çekmek star olmaya yetmezdi. Kalıcı olmaya da...
Eurovision’dan sonra ise durum farklı. Hadise çok büyük paralara konser veren, Türkiye’de artık herkesin şarkılarıyla dans edip göbek attığı biri. Ve bu albüm onun geleceğini belirleyecek.
Bu tip durumlarda sıkça karşılaşılan bir durum var. Hadise, kariyerindeki en önemli adımı, muhtemelen ileride hatırlamak bile istemeyeceği kötü bir şarkıya borçlu: “Düm Tek Tek...” Aynı telden mi devam etmeli, yoksa yeni bir şeyler mi yapmalı?
Şimdi bu albüme tüm bu bilgiler ışığında bakalım desem çok sıkılacağız, çünkü şu ana kadar açık oturum tadındayız. Gelin biz ilk izlenimleri paylaşalım. (Yok ben hemen yanıt alayım, şarkılardan bana ne diyorsanız hemen son cümleye ışınlanın.)
-Albüm “Baksana” isimli hafif R&B vokaller ve altyapıda en son model ‘dıp tıs’ numaralarıyla bezeli bir dans şarkısıyla açılıyor. Bu arada Türkçe R&B şöyle bir şey: “Seni buldum o-o-o ooooğlummm”...
-“Evlenmeliyiz” düğünde çalınsın diye yapılmış. Göbek havası, zurna, evlilik... Ne ararsanız var. Sözlerden ise hiçbir şey anlamadım: “Gel gel gelsene de beni övsene...” Ben henüz hayatımda “hadi beni öv” diyen bir insanla karşılaşmış değilim. Cümle içinde kullan deseniz o bile zor...
- “Sıradan”ın düzenlemesi Ozan Çolakoğlu’na ait. İyi iş çıkaran bir prodüktör ama hep aynı şarkıyı yapıyor. Ticari olarak başarı sağladığı sürece de kendisini eleştiremeyiz. Ama yeni bakış açılarına ihtiyaç olduğunun herhalde farkındadır.
-“Kahraman” değişik ve güzel bir şarkı. R&B aşısı burada tutmuş. Söz-müzik ve düzenleme Sinan Akçıl. Akçıl aynı zamanda albümün de prodüktörü.
-“Adın ne?” diye bir şarkı var. Burada MT lakaplı Murat Çam sürekli Hadise’nin adını öğrenmeye çalışıyor. “-Adın ne? -Hadise.”
“-Adın ne? -Hadise...”
Halbuki gereği yok. Çünkü Cartel’e kardeş lazım hem de daha çok. Bir sürü renkli hip hopçı dururken MT’yi tercih etmesinde bir keramet vardır herhalde Hadise’nin. Bu arada şarkı eğlenceli ve albümün iyilerinden.
-“Biraz sabret” klasik bir Türkçe pop şarkısı aslında. Ama düzenleme (Gürsel Çelik) farklılaştırmış. Daha ziyade romantik bir R&B şarkısı gibi olmuş.
-Ve “Düm Tek Tek”... Albümde üç farklı “Düm Tek Tek” var. Ama ne yapsanız nafile... Hadise’nin bunu artık geride bırakması lazım. Bu albümde imajıyla, görüntüsüyle bunu yapmış ve bence başarmış. ‘Girl nextdoor’ algısından daha öteye starlığa geçmek için bir adım atmış. Artık şarkılarda da bunu görmeliyiz.

7 prodüktör kafa karıştırıyor
Albümdeki 7 farklı prodüktör Hadise’ye 7 ayrı yön çizmiş. Gürsel Çelik daha ticari, Ozan Çolakoğlu daha rock, Murat Çam (MT) rapçi, Sinan Akçıl ise duygusal ve içli bir kadın yapmış Hadise’yi. Erhan Bayrak bence dozu tutturmuş...
İki İngilizce şarkıdan “Double Life” hiç olmamış. Volga Tamöz’ün düzenlemesi de durumu kurtarmıyor. Erdem Kınay’ın düzenlediği “Supernatural Love” için ise aynı şeyi söyleyemem. Sözler sallantıda ama elektronik dans müziği kategorisinde Hande Yener’in şu ana kadar yaptığı her şeyden daha iyi. Hadise sesini iyi kullanıyor bu şarkıda.
Hadise belli ki tek atımlık Eurovision gülü olmayacak. Bu albümde güzel bir damar yakalamış ama bir sorun var. Yazın en büyük hit’i hangisi olacak yarışındaki rakipleri çok güçlü ve çok doğrudan giriyorlar konuya. Hadise’nin sağa sola savrulan bu albümle ne kadar başarılı olacağını hep birlikte göreceğiz.
Netice mi? Hadise iyi yolda.
“Düm Tek Tek” kafasından koptuğu sürece...