15 Temmuz 2009 Çarşamba

MÜESSESEMİZ TAŞINMIŞTIR! Hafifmüzik.org geldi artık, ona göre...



Geçen hafta Batu John Londra'dan gelip "Artık şu org adresinle de bi ilgilen" diye ultimatomu verince biz de yeni adrese geçmiş sayıldık değerli Hafif Müzik'çiler.
Artık toptan yeni yerimize taşınıyoruz. Açık adres hafifmuzik.org oldu. Tarif olarak da çok basit. Atlayın ben sizi götüreyim.
Eksikler var. Sizden öneri ve eleştiri bekliyoruz.
Bizimkisi hizmet yarışı...
MÜDÜRİYET

Google'dan takip eden değerli üyelerimiz; bundan sonra http://feeds.feedburner.com/hafifmuzik/MKeA şeysini şeyediniz readerlarınızda. Ya da hafifmuzik.org adresine girip katıl kurt seçeneğini tıklayınız...

12 Temmuz 2009 Pazar

Emo geldi de geçiyor bile…


Geçen hafta gazetelerde yayınlanan “Emo nedir, Emocular kimlerdir” haberlerini okuyunca aklıma 10 yıl öncenin vazgeçilmezi “clubber (kılabır) kimdir, ne yer, ne içer” haberleri geldi.
O zamanlar Aktüel’deydim ve Ercan Arıklı sürekli bu konuya ilgili haber koymak isterdi. Haklıydı da. Çünkü bu yeni bir akımdı. Merak ediliyordu.
Toplantılarda kendi tarzında kamuoyu yoklaması yapardı.
“Yavrucum kimdir bu kılabır? Kim club’a gitti elini kaldırsın…”
Hemen dört-beş kişi endişe içinde el kaldırır.
Ben o sırada gelişmeleri kaygıyla izlerim.
Sonra bir adım ileri gider Ercan bey…
“Peki kim clubberlarla tanıştı? Eşi dostu kılabır olan yok mu?”
Hop! İki kişi daha kaldırır…
Sonra Ercan Bey halkayı giderek daraltır.
Bir keresinde “Kim extacy kullandı elini kaldırsın” demişti.
Sonra neler olduğunu anlatmayayım şimdi…

***

Geçenlerde evlerinden kaçıp İzmir’e maceraya koşan Büşra ve Cansu vesilesiyle bir sürü Emo haberi çıktı.
Bu kızlar Emo’cuymuş.
Kendilerinin böyle bir açıklaması yok. Ama tarzları benziyor.
“Basın uyuyor mu, neden doğru dürüst Emo haberi yapılmıyor” diye yazıldı…
Ama aslında Emo ne zamandır var olan ve Türkiye’de de en az üç-dört senedir gayet bilinen, belirli bir de kitlesi olan bir akım.
Emo haberine gazeteler uyanamasa da dergiler olayın çoktan farkında.
Memlekette yayınlanan müzik dergilerini takip ederseniz en çok satan şeyin Emo olduğunu bilirsiniz.
Kapakta ha babam Tokyo Hotel, Paramore, My Chemical Romance, 30 Seconds To Mars, Fall Out Boy, Panic! At the Disco gibi gruplar vardır.
Satışlar düşüyor mu? Ver Tokio Hotel çıkartmasını düze çık hemen…

***

2007’de Ayhan Abayhan Rolling Stone’da bu konuda bir yazı yazmıştı.
Emo’nun kökleri Fugazi grubuna dayandırılıyor.
Grubun lideri Guy Picciotto ise bunun bir müzik akımı olduğunu hiç düşünmedim. “Bana salakça geliyor” diyor.
Zaten gerçek Emo’cular, kendilerine Emo’cu denmesinden nefret ediyor.
Emo emotional’dan geliyor ya. Yani duygusal demek…
Emo’cular bu tanıma “ne yani diğer grupların şarkılarını robotlar mı söylüyor?” diye isyan ediyor.
80’lerin ikinci yarısında Emo tanımının hardcore punk grupları için kullanılmaya başlandığı biliniyor.
2000’lerde ise bugün bildiğimiz anlamıyla Emo’nun ortaya çıkışı var.
Gotik tarzda giyinen genç gruplar bunlar.
Müzikleri rock ya da punk kökenli ama çok melodik ve etkilendikleri bu iki ana akıma göre tarzları kolay dinlenebilir türde.
Bu grupların rol modelleri arasında en tanınmışları The Cure, David Bowie gibi isimler olan müzisyenler var.
2000’lerden itibaren akımın merkezi Washington D.C. Sert ve hızlı bir müzik, depresif şarkı sözleri, buna paralel vokaller belirleyici rol oynuyor.
Emo’lar aslında imajsızlık üzerine yoğunlaşıyor.
Yani uyumsuz giyinerek tepkilerini gösteriyorlar.
Toplumu hayatlarından dışlıyor, insanlardan kendilerini soyutluyor, kendi dünyalarında yaşıyorlar.
Zaten 12-16 yaşındaki gençlerden bahsediyoruz. Emo lafının bence onlara cuk oturan yanı bu. O yaşta insan “emo” olur, duygulu olur. Hisler tavan yapar, hormonlar azar.

***

Ama günümüzde kalabalıkları peşinden koşturan Emo bir imaj ve ekonomi.
Son 10 yılda her yönden gazlanmasının nedenlerinden biri de sektördeki gelişmeler.
İnternet devrimi ve albüm satışlarının düşmesinin ardından hip hop bile satmazken, Amerika’da bu Emo gruplarının internette tavana vurduğunu fark etti yapımcılar.
Ve her şirket birer ikişer Emo’cu aldı kadrosuna.
Son beş yılda Türkiye’de de bu akım yükseldi.
Ne zaman gençler bir şeye ilgi duysa, topluca bir şeyi beğense anne babalar paniğe kapılıyor. Basın da bu korkuyu gazlıyor.
Halbuki Emo dediğimiz de adı Ahmet-Mehmet- Zeynep olan bir insandır, içimizden biridir. Ötekileştirmek niye?
Önemli olan kategorilere takılmadan hadisenin özüne vakıf olmak değil mi?
O halde hep beraber: “Emo insanın kendine yakışanı giymesidir.”

Prodigy yaşlandı mı?



Glastonbury'deki azgınlığa bakılırsa, hayır. Haftaya çıkacak ak koyun kara koyun.

Bir de sahneye Juliette Lewis zıplasa (Prodigy'den birkaç saat önce çalıyor), Hotride'da vokal yapsa çok kıyak olur.

Glasto performansı playlist'i ve performans hakkında notlar şöyle:

1) Sahnede ana avrat düz gidiyorlar. Küfürün bini bir paraymış. Tövbe tövbe.
2) Breathe'in dubstep version diye geçen farklı bir halini çalıyorlar. Videonun 5. dakikasına zıplayın hemen.


'World's On Fire'
'Breathe'
'Breathe (dubstep version)'
'Omen'
'Their Law'
'Poison'
'Warrior's Dance'
'Firestarter'
'Run With The Wolves'
'Voodoo People'
'Comanche'
'Omen (reprise)'
'Invaders Must Die'
'Diesel Power'
'Smack My Bitch Up'
'Take Me To The Hospital'
'Out Of Space'

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Onun label'ı var!


Amerika'nın en fazla okunanları arasında yer alan, kimilerinin nefret ettiği magazin blogcusu Perez Hilton müzik işine el attı. Kendi şirketini kurdu. "Bende çok süper kulak var" demiş. Kulakla oluyosa tamam. Yakında Hafif Müzik label kurarsa şaşırmayın.

Hürriyet ekler yine bombayı patlattı!



Geçen hafta Leonard Cohen'i İstanbul'a getirip Kuruçeşme Arena'da konser verdirmişlerdi. Bu hafta da Peter Cincotti'yle röportaj yapmışlar ama resim olarak Brad Mehldau'yu kullanmışlar. Üstte Cincotti altta Mehldau. Geçmiş olsun.

İstiklal Marşı bizim işimiz!

10 Temmuz 2009 Cuma

Cohen Paris konserinden...





Purple Diary'de pişti, bize de düştü. Cohen 5-6 Ağustos'ta İstanbul'da. Gaza gelmek isteyenler Paris görüntüleriyle idare etsin kafası...

9 Temmuz 2009 Perşembe

Aradaki 5 farkı bulun!



Yalın’ın yeni albümünde yer alan “Ah Be Kardeşim” isimli şarkısına çektiği video klip şu ara herkesin dilinde. Video klibin görüntüleri şahane, çok doğal, pek yaratıcı imiş. Öyle cidden. Ama biz bu konsepti sanki daha önce bir yerlerde görmüştük. Başka yabancı kliplere de benzetildi bu konsept ama uzaa gitmeye gerek yok. Hafızalarımızı şöyle bir tazeleyince eski görüntüler kafamızda canlanıverdi. Athena tabii ki! 1998’de çıkardıkları ilk ska sound’lu albümün çıkış şarkısı “Skalonga”nın video klibini hatırlayan var mı?? E tabii o zamanın koşullarını düşünecek olursak iki klip arasında dağlar kadar fark olduğunu göreceksiniz, en azından teknik anlamda. “Skalonga” bir gecekondu mahallesinde oldukça düşük bir bütçeyle çekilmişti. Klipte Captain Hook tayfası boy gösteriyordu, her şey gerçekten doğaldı. Yalın, mekan olarak İstanbul’un marji ‘neighborhood’u Cihangir’i kullanmış ve burda doğal bir ortam yaratmış, her şey spontane gelişiyor kafası...
Aman yanlış anlaşılmasın, ortada bir çalma çırpma olayı var demiyoruz. Sadece izleyelim eğlenelim, nostalji yapalım istedik.


Stanley, Marcus, Victor ve bizim çocuklar...


Dün akşamki SMV konseri sonrası kulis. Sezyum Bey'le Victor Wooten arasındaki duygusal anı da burada görüntülemiş oluyoruz. Bu arada üç üstad içinde Stanley Clarke'ın yeri ayrı derim ben...

Benzerliğin böylesi...



Hafif Müzik bir adet "benzerliğin böylesi" haberini gururla sunar. geçenlerde Mecidiyeköy'den geçiyordu. Meydanın tam ortasındaki inşaatın duvarının üzerinde bir adet inşaata girmek yasaktır tabelası var. Bir baktık bu tip tanıdık. Kimdi bu yau diye düşünürken yarım saat sonra yolda şu minibüsü gördük. Yau bu inşaat adam Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'ün hık demiş burnundan düşmüş. Ya da güneş bizim başımıza geçmiş...

8 Temmuz 2009 Çarşamba

“Nilüfer’in şarkısını beğenmedik” diyebilmek...


Nilüfer’in yeni albümü Hayal’de yer alan “Bir bilseydin” şarkısının klibi Power Türk’ten veto yedi.
Peki kim yaptı? Nasıl yaptı?
Merak ettim önce Nilüfer’in basın danışmanını aradım.
Herhangi bir neden göstermeden yayınlamama kararı alındığını söyledi.
“Neden” diye sordum.
“Bilmiyorum kendilerine sorun” dedi.
Power Türk TV’den Dursun Güleryüz’ü aradım. Güleryüz çok kibar bir şekilde bana bir bilgisayar programından bahsetti. “Bazı klipler otomatik olarak eleniyor” dedi.
Hiçbir şey anlamadım.
“Müzik direktörümüz yok, bilgisayar ne derse o” dedi.
“Ne bilgisayarı bu, hangi program” diye üsteledim.
Detay vermedi.
“Nasıl çalışıyor” dedim.
“Onu anlatamam” dedi.
Ama şunu söyledi ve ben inandım: “Nilüfer’in kendisine ve şarkılarına veto falan söz konusu değil...”
Bu şarkı “sistemden” geçmemiş. Hadise bu…
Bir defa şunu söyleyeyim. Özel bir kanal, izleyicisinin talepleri ve hedef kitlesinin beklentileri doğrultusunda, ya da tamamen keyfi olarak, istediği klibi yayınlar, istemediğini yayınlamaz.
Bunda kızacak gücenecek bir şey yok.
Power Türk’ün de bir seçici kurulu var. Hangi klibin yayınlanıp yayınlanmayacağına karar veriyorlar.
Durum böyleyken benim takıldığım “Biz bu şarkıyı beğenmedik. Çok yavaş kaçtı. Nilüfer’e saygımız sonsuz ama yaz vakti bize uymaz” demek yerine suçu bilgisayara atmak.
Yahu koskoca kanalı bir bilgisayarın yönettiğine inanmamızı mı bekliyorsunuz Allah aşkına? Ne bu Matrix mi?
Televizyon kanallarında çeşitli özellikler kodlanmış şarkıları belli düzenlere göre yayınlayan sistemler olduğu zaten biliniyor.
Mesela, hızı 70 bpm olsun, hit olsun, slow olsun, kadın sanatçı olsun gibi…
Bu özelliklerden mönüler yapıp şarkıları art arda çalabiliyorsunuz.
Buysa kastedilen “bilgisayar”, onu anladık da “bilgisayar karar veriyor” yanıtı tatmin etmedi doğrusu…

7 Temmuz 2009 Salı

Barcelona teknik direktörü Guardiola Amy Winehouse dinliyor


Efendim olay şöyle. Barcelona teknik direktörü Josep Guardiola bir basın toplantısı düzenliyor. Hazırlıklar sırasında bir gazetecinin cep telefonu çalıyor. Melodi Amy Winehouse'un "Rehab"i. Guardiola "No, no, no..." kısmına eşlik edip açık mikrofondan kendi kendine şarkıyı söylüyor ve herkes duyuyor. Hani dedik ya Rijkaard Pixies seviyor diye. Barcelona'nın şu anki tenik adamı da Amy Winehouse dinliyor. Haberi böyle vermiş her iki haberin de kaynağı olan So Foot dergisi.. Meraklısına tavsiye ederim. Futbol seviyor ama buradaki yayınların klişelerinden ve kısırlığından bayıyorsanız bir göz atın. Ehm... Tabii Fransızca da biliyorsanız...
(Böylece Rijkaard haberinin de uydurma olmadığını anlatmış olduk herhalde...)


Rijkaard'ın hayatını Pixies değiştirmiş!



Bugünkü Milliyet Spor'da Rijkaard'ın sevdiği şarkılar var. Hayatını değiştiren grup Pixies'miş. İngiliz demişler ama artık olur o kadar yanlış. Spor servisine giydirmeyelim. Doolitle albümünü beğeniyormuş. Baktım benim de en sevdiğim albümüdür. Bu yıl 20. yıl turnesini yapıyorlar bu albümün.
Ayrıca kazanınca Nirvana unplugged'ı koyup, kaybedince hard rock dinlediği yazıyor. Acaba ters mi anlaşıldı, ya da çeviride bir hata mı var diye düşünmedim değil. Zİra Nirvana dinleyip eğlenen birini düşünemiyorum.
Neyse ayrıntılı listeyi, bu haberde omayanları ve playlist önerilerimi Cumartesi Milliyet'teki yazıma saklıyorum.

Trent Reznor twitter'sız yapamıyor!


Trent Beyler tweet'lemeye yeniden başlamışlar.
Hafif Müzik'in de yazdığı gibi beyimiz Haziran başında twitter'dan illallah demişti.

Neredeyse 10 gün bile twitter'sız yapamadı ve 19 Haziran'da And fuck you, trolls. I'll tweet if I feel like it dedi twitter'ında.

Bakalım İstanbul ile ilgili de bir şeyler tweet'leyecek mi?
Gelişmeler için Hafif Müzik'te kalın.

Çarşı’nın Michael esprisi ırkçı...



Hayatının yarısını beyaz yarısını siyah olarak geçirmiş. En büyük Beşiktaşlıymış.
Aman ne komik.
Zeki görüneyim diye her gündeme maydanoz olma hadisesini bu defa yüzlerine gözlerine bulaştırmışlar.
Okuyunca gülenler ve bu kıvrak zekaya hayran kalanlar olabilir.
Ben onlardan olmayanların sesi olayım.
Bir insanın derisinin rengiyle ilgili espri yapmak ırkçılıktır. Ayıptır.
Dilimizde gündüz fenerinden şopara, araptan yamyama içimizde yaşayan üç beş farklı insanla bile dalga geçmek için üretilmiş bu kadar fazla kelime varken kusura bakmayın ama bu espri bana komik gelmiyor.
Çarşı ırkçılığa karşı diye biliyorduk biz oysa...

(NOT: Bu yazıyı yazdım diye yemediğim küfür kalmadı. Çarşı eleştiriye de karşı herhalde...)
(NOT2: Çarşı bunu ırkçı bir amaçla söylememiş olabilir. Niyeti bu olmaya da bilir. Ama bu söylem ırkçıdır. Kullandığı dil öyledir. Benim dediğim bu. Buna gülmeyelim. Talihsiz olmuş. Bu... Bu kadar küfürbaz insan görmedim ya. Adam bana saygısız diyor yedi sülaleme küfür ettikten sonra... Sağol kardeş saygıyı senden öğrenmiş oldum. Tabii doğru dürüst eleştirenleri bunu dışında tutuyorum. Bu son nottur. Sevgiler saygılar...)

Milliyet'te yayınlamıştır...

6 Temmuz 2009 Pazartesi

"O son birayı içmiycektik abi..."



"Abi o son birayı içmiycektik" klişesi vardır ya hani değerli okurlar. Bu onun "O son 50 birayı içmiycektik" hali...

Özel Röportaj: SMV çalarken sahnede neler oluyor? Victor Wooten anlattı...


İki haftadır evde hazırlıkları başlattım. Eski bas gitarımı piyasaya çıkardım. Amfinin yanına koydum. Ayıptır söylemesi mahalleyi inletiyorum. Ama bir sorun, neden? Çünkü efsanelerin konseri var. 8 Temmuz'da (Çarşamba) Açıkhava'dayız. Bas dendi mi akla gelen üç beş büyük müzisyen arasında adı geçen Stanley Clarke, Marcus Miller ve Victor Wooten. Her biri kendi gruplarıyla şahane, ama bir araya geldiklerinde daha da ilginç oluyor. SMV grubun adı. İsimlerinin baş harfleri. Ve üç bas gitarlı bir grup. Peki üç adet bas gitar birlikte ne yapabilir? Konseri nasıl izlemeli? Üçlüyü nasıl takip etmeli? Victor Wooten’a merak ettiğim şeyleri sordum. O da anlattı.

* Üç bas gitar var. Görev dağılımı nasıl? Grupta herkesin farklı yetenekleri var. Yani herkesin yeri ayrı. Marcus genellikle en dipte, şarkının temelinde yer alıyor. Stanley ön plandaki kısımları veriyor. Bense ortalarda bir yerlerdeyim. Ama sahnede çalarken roller zaman zaman değişiyor.
* Tarzlarınız arasındaki farklar neler?
Aslında biz bas gitarın üç farklı kuşağını temsil ediyoruz. Bunu her birimizin çalış tarzından anlayabilirsin. Stanley old school (eski usul) bir müzik anlayışından geliyor. Adamın çaldığı şeyler bas gitarın temel taşları gibi. Marcus bir besteci ve prodüktör gibi bakıyor şarkıya ve öyle çalıyor. Çaldığı her şey cuk oturuyor. Adam müziğin tamamına konsantre olarak çalıyor.
Bense bu ikilinin resmen hastasıyım, hayranıyım. Aralarda ayak uyduruyorum. Yine de bu ikisinin yanında çömez hissediyorum…
* Nasıl başladınız çalmaya?
Dört kardeşimle çalarak büyüdüm. Bası da böyle öğrendim. En büyük abim Regi iki yaşında bası verdi elime ve konu kapandı.
* Turnenin en çok nesi güzel?
İnsanlarla ünlü müzisyen falan değil de normal insanlar gibi tanışıp konuşmak güzel. Bir sürü hikaye dinliyorsun.
* Çalarken en heyecanlı şey ne?
Sağıma bakıyorum Stanley, soluma bakıyorum Marcus. Daha ne olsun?
(Bence de...)

Milliyet'ten...

5 Temmuz 2009 Pazar

13-16 Ağustos Foça Rock Tatili'nin detayları belli oldu!


Biz onu Zeytinli diye tanıdık sevdik. Ancak o Foça'ya taşındı. Sonra adını değiştirdi Rock Tatili oldu. Tahminlerimize göre yılın en eğlenceli etkinliği olacak. Deniz. güneş. kızlar ve ehm... Emo'lar ve metalcilerle dolu bir hafta...
Herkese şimdiden iyi tatiller diliyor, gelen basın bültenini aşağı döşüyoruz...

TÜRKÇE ROCK MÜZİĞİN EN GÜÇLÜ KADROSU
“ROCK TATİLİ FOÇA” DA !

POEM Organizasyon tarafından düzenlenen ROCK TATİLİ 4 yılda yaklaşık 200.000 seyirciye ulaşan ve toplamda 700’ü aşkın müzisyenin sahne aldığı, Türkiye’nin en büyük açık hava festivali olan ve geçen sene 68.000 kişinin katıldığı ROCK TATİLİ Zeytinli Rock Festivali, bu yıl “ROCK TATİLİ Foça “ adıyla Izmir- Foça ’da.

ROCK TATİLİ Foça, bu yıl izleyicilerini değişen festival alanında, müzik, spor ve plaj eğlenceleri ve foklarla dolu bir yarım ada da ; ROCK TATİLİ ’nde ağırlıyor.

“ROCK TATİLİ Foça “ bu yıl 13-14-15-16 Ağustos tarihlerinde Ege’nin mavi bayraklı sahillerinden İzmir Foça İngiliz Burnu’nda tüm rock severleri Türkçe Rock ın Dev Kadrosuyla buluşturuyor.

Değişen çehresi ile hem sadık takipçilerine rock müziğin yurtdışı ve yurtiçindeki öncü isimleri ile buluşma imkânı tanıyan, hem de doğa ile iç içe bir tatil imkanı sunan festival, bu yıl da, izleyicilerine müzik ve eğlence dolu günler vaat ediyor.
Ayrıntılı bilgi ve gelişmeler için,
www.rocktatili.com ve www.zeytinlirockfest.com adreslerini takip edebilirsiniz.




ROCK TATİLİ FOÇA Line Up :

DJ’ler :

Çağlan Tekil ( Laneth )
Mete Sohtaoğlu ( Mosh )
Murat Beşer ( Oldies )
Murat Meriç ( Türk-İş Funk )


ANA SAHNE

Anemi
BaBazula
Black Tooth
Çilekeş
Dinar bandosu
Duman
Epica ( Hollanda)
Gren
Karapaks
Kolpa
Kurban
Kül
Magick
Marsis
Metoboy
Moğollar
Mor ve ötesi
Ogün Sanlısoy
Öztürk
Pentagram
Teoman
Tibet Ağırtan & Rock’n roll
Yasemin Mori
Yüksek Sadakat


MySpace Sahnesi

Rock Tatili Foça’da iyi ve güzel müzik MySpace Sahnesi’nden yükselecek. Yayınladıkları ilk albümleri ile ortaya koydukları kimlikleri ve kaliteli müziği ile müzikseverlerin dikkatini çeken beş ismin yanı sıra kendi müziğini yapan 17 amatör grubu ağırlayacak olan MySpace Sahnesi’nde performans gösterecek 24. Grup ise MySpace Türkiye tarafından www.myspace.com adresinde yapılacak yarışma sonucunda belli olacak.

Ayrıca on binlerce insanın katılımıyla MYSPACE Secret Show, bu sefer ROCK TATİLİ’ nde düzenlenecek. Secret Show’da sürprize hazır olun çünkü dünyaca ünlü bir grup Myspace Secret Show kapsamında sahne alacak.


CENKHAN ALKAYA
CİN SEDDİ
ERDEM YENER
HAYDUT
KIRKALTI
BAZUKA
CONTROL+Z
DEMİR SERT
DÜŞÜM AYNA
ENDİP
GULYABANİ
LYRA VALS
OSMANLI TÜTÜN REJİSİ
OYUNBOZAN
PARTİ
PICK UP
ROL
SINIR
SOLUTARY
TENEKE TRAMPET
THE AYILAR
UNLEASH

Blur iyi ki yeniden birleşmiş

O kadar konuşuldu ve de övüldü ki yabancı basında, paylaşmadan edemedik. Karşınızda Blur, 'The Universal' ile... Glastonbury performansı. Here is your lucky day" hesabı...

Tarih: 28 Haziran
Yer: Glastonbury Pyramid Stage.
Blur yerine Black Eyed Peas'i izleyen akıllılar bir avuçmuş Guardian'ın yazdığına göre.

Hafif Müzik şahane pazarlar diliyor.

Playlist de şuymuş:
'She's So High'
'Girls And Boys'
'Tracy Jacks'
'There's No Other Way'
'Jubilee'
'Badhead'
'Beetlebum'
'Out Of Time'
'Trimm Trabb'
'Coffee And TV'
'Tender'
'Country House'
'Oily Water'
'Chemical World'
'Sunday Sunday'
'Parklife'
'End Of A Century'
'To The End'
'This Is A Low'
'Popscene'
'Advert'
'Song 2'
'For Tomorrow'
'The Universal'

Yeni albümler: "Kahraman" / Hadise

Hadise’yi Eurovision’dan önce pek ciddiye alan yoktu. ‘Gurbet ellerde yaşayan, dans şarkıları söyleyen çıtır’ olarak biliniyordu. Gençliği, güzelliği, göbeği ilgi çekiyordu ama dikkat çekmek star olmaya yetmezdi. Kalıcı olmaya da...
Eurovision’dan sonra ise durum farklı. Hadise çok büyük paralara konser veren, Türkiye’de artık herkesin şarkılarıyla dans edip göbek attığı biri. Ve bu albüm onun geleceğini belirleyecek.
Bu tip durumlarda sıkça karşılaşılan bir durum var. Hadise, kariyerindeki en önemli adımı, muhtemelen ileride hatırlamak bile istemeyeceği kötü bir şarkıya borçlu: “Düm Tek Tek...” Aynı telden mi devam etmeli, yoksa yeni bir şeyler mi yapmalı?
Şimdi bu albüme tüm bu bilgiler ışığında bakalım desem çok sıkılacağız, çünkü şu ana kadar açık oturum tadındayız. Gelin biz ilk izlenimleri paylaşalım. (Yok ben hemen yanıt alayım, şarkılardan bana ne diyorsanız hemen son cümleye ışınlanın.)
-Albüm “Baksana” isimli hafif R&B vokaller ve altyapıda en son model ‘dıp tıs’ numaralarıyla bezeli bir dans şarkısıyla açılıyor. Bu arada Türkçe R&B şöyle bir şey: “Seni buldum o-o-o ooooğlummm”...
-“Evlenmeliyiz” düğünde çalınsın diye yapılmış. Göbek havası, zurna, evlilik... Ne ararsanız var. Sözlerden ise hiçbir şey anlamadım: “Gel gel gelsene de beni övsene...” Ben henüz hayatımda “hadi beni öv” diyen bir insanla karşılaşmış değilim. Cümle içinde kullan deseniz o bile zor...
- “Sıradan”ın düzenlemesi Ozan Çolakoğlu’na ait. İyi iş çıkaran bir prodüktör ama hep aynı şarkıyı yapıyor. Ticari olarak başarı sağladığı sürece de kendisini eleştiremeyiz. Ama yeni bakış açılarına ihtiyaç olduğunun herhalde farkındadır.
-“Kahraman” değişik ve güzel bir şarkı. R&B aşısı burada tutmuş. Söz-müzik ve düzenleme Sinan Akçıl. Akçıl aynı zamanda albümün de prodüktörü.
-“Adın ne?” diye bir şarkı var. Burada MT lakaplı Murat Çam sürekli Hadise’nin adını öğrenmeye çalışıyor. “-Adın ne? -Hadise.”
“-Adın ne? -Hadise...”
Halbuki gereği yok. Çünkü Cartel’e kardeş lazım hem de daha çok. Bir sürü renkli hip hopçı dururken MT’yi tercih etmesinde bir keramet vardır herhalde Hadise’nin. Bu arada şarkı eğlenceli ve albümün iyilerinden.
-“Biraz sabret” klasik bir Türkçe pop şarkısı aslında. Ama düzenleme (Gürsel Çelik) farklılaştırmış. Daha ziyade romantik bir R&B şarkısı gibi olmuş.
-Ve “Düm Tek Tek”... Albümde üç farklı “Düm Tek Tek” var. Ama ne yapsanız nafile... Hadise’nin bunu artık geride bırakması lazım. Bu albümde imajıyla, görüntüsüyle bunu yapmış ve bence başarmış. ‘Girl nextdoor’ algısından daha öteye starlığa geçmek için bir adım atmış. Artık şarkılarda da bunu görmeliyiz.

7 prodüktör kafa karıştırıyor
Albümdeki 7 farklı prodüktör Hadise’ye 7 ayrı yön çizmiş. Gürsel Çelik daha ticari, Ozan Çolakoğlu daha rock, Murat Çam (MT) rapçi, Sinan Akçıl ise duygusal ve içli bir kadın yapmış Hadise’yi. Erhan Bayrak bence dozu tutturmuş...
İki İngilizce şarkıdan “Double Life” hiç olmamış. Volga Tamöz’ün düzenlemesi de durumu kurtarmıyor. Erdem Kınay’ın düzenlediği “Supernatural Love” için ise aynı şeyi söyleyemem. Sözler sallantıda ama elektronik dans müziği kategorisinde Hande Yener’in şu ana kadar yaptığı her şeyden daha iyi. Hadise sesini iyi kullanıyor bu şarkıda.
Hadise belli ki tek atımlık Eurovision gülü olmayacak. Bu albümde güzel bir damar yakalamış ama bir sorun var. Yazın en büyük hit’i hangisi olacak yarışındaki rakipleri çok güçlü ve çok doğrudan giriyorlar konuya. Hadise’nin sağa sola savrulan bu albümle ne kadar başarılı olacağını hep birlikte göreceğiz.
Netice mi? Hadise iyi yolda.
“Düm Tek Tek” kafasından koptuğu sürece...

Exit Music yeniden!


Pazar pazar şahane üç Exit Music yorumu...
Brad Mehldau biliyorsunuz 13 Temmuz Pazartesi Cemal Reşit Rey'de olacak. Daha önce izlemeyen varsa fırsattır...

Bu kimin tabutu!


Görmeyen kalmasın diye... 14 Karat altınla kaplı bronzmuş... Tabii ki MJ.

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Bu delikanlıyı tanıyan var mı?



Kendisi bu fotoğraftan kısa bir süre önce kızkardeşiyle birlikte bir grup kurmuş ve bugüne kadar 6 albüme imza atmış bir kişidir. Hatta sonradan hızını alamamış ve farklı müzisyenleri kafalayarak iki grup daha kurmuştur. Gördüğünüz fotoğraf ise 1998'de çekimleri başlanan ama son halini anca 2009'da alabilen Tim Burton-Ed Wood ekolüne yakın bir film olan Mutant Swinger from Mars'tan bir kare. İpuçlarını dikkatle birleştirenler Jack White'dan söz ettiğimizi anladılar bile. Film önümüzdeki günlerde çizgiroman aleminin en önemli buluşmalarından San Diego Comic-Con'da gösterilecek.

3 Temmuz 2009 Cuma

Bloc Party'nin yeni videosu gelmiştir

Bloc Party - One More Chance


En sevdiklerimizden Bloc Party'nin yeni video attırdığı parça One More Chance son albüm Intimacy'de yoktu.

Kızgın kumlardan serin sulara atlamak gibi...



Benim muhasebecim, benim bankacım, benim gazetecim, benim basın emekçim, benim esnafım, memurum...
Biliyorum masabaşında oturmaktan popon dört köşe oldu.
Biliyorum plazada her mevsim aynı.
Biliyorum öğlen tabldot'tan sonra uyku bastırdı mı, gözler küçüldü mü yaşamak ağır bir yük. Biliyorum sıkıldın.
Biliyorum dışarıda olmak istiyorsun.
Biliyorum anlamıyorlar...
"Çok yalnızım be Ata'm" deme...
Bu video senin için.
Aç sesini korkma, volümlü dinle...
(Ya da kulaklık tak he he...)

Sziget'te geri sayım başladı!


Arkadaşlar bu klişe başlığı attıysak nedeni var. Sziget festivali'ne Türkiye'den giden ekibe katılmak, mavra fırsatı ve 100 kadar şahane grubu izlemek için son beş günmüş. Bir hatırlatmak gerekir diye düşündük. Budapeşte güzel yer. Szigetturkiye.com adresinde detaylar var.

Glastonbury'den manzaralar...


BBC güzel bir galeri koymuş. Şuradan şeyedebilirsiniz...

2 Temmuz 2009 Perşembe

Mr. E'nin Kurt Adam hali



1996 yılının Ağustos ayıydı. Sabahın kör vakti, şafak bile doğru dürüst sökmemişken, Sakarya'da bir otelin odasında uyanmaya çalışıyordum ve haliyle televizyonu açtım. İşte ilk kez o sabah duydum Eels'i ve ne o otel odasını unutabildim (1999 depremiyle yıkıldı sonra o otel), ne de o klibi ve şarkıyı. Novocaine For The Soul kadar beni çarpan başka şarkı da yapmadı gerçi Mark Everett ve arkadaşları, ama Eels'in her albümünü de aldım, dinledim, sevdim. Son albümünü geçenlerde çıkardı Eels. Adı Hombre Lobo. Türkçe meali Kurt Adam. E'nin tipi de tam Kurt Adam'a dönmüş doğrusu. 10 gün kadar önce David Letterman'a çıktı ve In My Dreams adlı parçayı çaldı. Bu arada Uncut'a da bir röportaj vermiş ve çocukken gittiği The Who konserinde nasıl lazer ışıklara maruz kalarak görme duyusunun zedelendiğini anlatmış. Grubu dava etmek istediğini ama Pete Townshend ile arkadaş olduğu için işinin zor olduğunu falan söylüyor. Bu arada, ilginç bir bilgi daha size, E'nin babası Hugh Everett paralel evren kavramını yaratan çok önemli bir kuantum fizikçisiymiş. Bir de en büyük şikayeti sahne arkasına gelen kızların hep çok ciddi konulardan bahseden sıkıcı tipler oluşuymuş, "Ben Mötley Crüe'nün grupilerinden istiyorum halbuki" diyor.

Yeni Death Cab For Cutie videosu gelmiştir

Death Cab for Cutie - Little Bribes from Ross Ching on Vimeo.



Afiyetle...

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Michael Bolton canlı yayını ekti!!


Olay şöyle gelişti sevgili Hafif Müzik okurları. Bu akşam NTV'deki Gece Gündüz programının canlı yayın konuğu Michael Bolton olacaktı. Olacaktı diyoruz zira gün boyu NTV ile Bolton'u getiren organizasyon şirketi arasında cereyan eden telefon konuşmaları ve kesin taahütlere rağmen Michael Bolton bir türlü Les Ottomans Hotel'deki yayına yetiştirilemedi. Üstelik bu durum canlı yayının başlamasına sadece bir - iki dakika kala belli oldu. Tabii suç Michael Bolton'da değil ama olanlar da tam bir skandal doğrusu. Rezaletin daha da büyümesini ise Albay Dursun Çiçek'in tahliye edilmesi önledi. Son dakika olay patlayınca Gece Gündüz yayını kesildi de Michael Bolton rezaleti gölgelenmiş oldu. Şans işte ne diyelim.

Emrah Kolukısa yazıyorrrrrr!!! Bu kaçıncı Greatest Hits?



Hafif Müzik'in dev yazar kadrosuna katılan en son isim Emrah Kolukısa! Emrah film konusunda mükemmel bir arşivci ve otorite olması yanında müzik yazıları ve albüm eleştirileriyle Rolling Stone okurlarının da Rehber sayfalarından tanıdığı bir isim... Emrah ilk yazısı hayranı olduğu 'Boss' hakkında yazmış. Kendisine hoşgeldin diyor sizi başbaşa bırakıyoruz efemmm...

***

1984 yılından beri Bruce Springsteen'i yakından takip ederim. Birçokları gibi ben de Born In The USA ile ağa takılanlardanım. Plak topladığımız ama o plakları da yurtdışına gidenlere sipariş ettiğimiz günlerdi. Hatt 1987 yazında Bodrum Manastır otelde çalışıp elime geçen parayı Beyoğlu Emek sinemasının yanındaki dükkanda satılan 5 plaklık konser setine yatırmıştım. Gelelim başlıktaki sorunun anlam ve önemine. Hemen söyleyelim, bu teknik olarak Patron'un 3. Greatest Hits derlemesi. İlk derlemesi 1995 yılında çıkmış, ben de neme lazım hissiyatıyla vinyl kopyasından bir adet almıştım. 2003'te çıkan The Essential derlemesine ise, ilkinden daha kapsamlı olmasına rağmen itibar etmedim. Bu sonuncuya da etmeyeceğim. Neden derseniz, her üç derlemede de üç aşağı beş yukarı aynı parçalar var. Son derlemedeki 18 parçanın (plağın Avrupa edisyonundan bahsediyorum) 9 tanesini tüm derlemelerde, 4 tanesini ise 2 derlemede bulmak mümkün. Sadece Magic'ten ve 2 tane de konser toplamasından parça var bu albüme özel olarak alınan. Yani bu Greatest Hits son derece gereksiz bir albüm olmuş. Yalnız Uncut (ve bilumum neşriyatta) gördüğüm ilan çok başarılı (bkz. yukarıdaki foto). The River'ın sözlerini alıp basmışlar ve elinizde olmadan şarkıyı söylemeye başlıyorsunuz. Son olarak, "hangi derlemeyi alalım peki?" diye soranlara The Essential'ı öneririm çünkü daha fazla parça var.

Aaaa kim bu tanıdınız mı? Hayır Fatih Ürek değil...



A) Pink
B) Mariah Carey
C) Jennifer Lopez
D) Kuşum Aydın
E) Petek Dinçöz
F) Sertab Erener
G) Demir Demirkan
Yanıt şurda...

30 Haziran 2009 Salı

Helllooooooww Sentrıll Paarrk!


Efendim heyecanımızı maruz görün. Nefis bir Sertab Erener at Central Park yorumu! Hemen koyalım diye İngilizce karakterleri bile düzeltmeye sabredemedik. Ekşi Sözlük'te bir vatandaş döktürmüş. Adeta ne tahmin ettiysek o günle ilgili hepsi olmuş meğer de haberimiz yokmuş...
(Ayrıca yerinden okuayayım diyenler de buraya İstanbulive yazsın...)


mfo disindaki bolumunu ayri tutarsak dag fare dogurdu diyebilirim (gerci belesti ama beklentileri ne kadar karsiladi o anlamda bakmak lazim). en buyuk hayal kirikligi sertab yuzunden harcanan 1 - 1.5 saatlik sureydi tabi. onun disinda bir de 5 saatlik bir program icin cok fazla grup ve sanatci sikistirilmisti. bence saglam 3 grup/sanatci rahat gotururdu tum konseri.konserin tertibi icin caba harcayanlara lafim yok mutlaka iyi niyetle yapmislardir ama bir dahaki sefere sanatci seciminde daha dikkatli olmalari tavsiye olunur. eger halka acik bir etkinlik duzenliyorsan oradaki toplulukla iyi elektrigi olabilecek birisinin secilmesi gerekirdi, ne bileyim bu ferhat gocer olur, izel olur hatta demet akalin serdar ortac olur. demek istedigim sanatcilarin sadece sesi, sanati, vs. maalesef boyle konserlerde yeterli degil, onemli bir oranda sahne performansi ve halki kucaklama da gerekiyor. yoksa esneyen ve birbirine "mfo ne zaman cikacak ya?" diye soran bir kalabiliga konser verirsin. haydi bunu demisken sayin sertab erener'e de haddim olmayarak, nacizane bir miktar geri bildirim vermek isterim;- hadi ben afise filan bakmadan gittim orada belliymis yeni albumunden soyleyecegin ama sen hic dusunmedin mi a be sertabcigim acaba benim bu konserdeki hedef kitlem kimdir diye? konser oradaki turklere mi verildi yoksa belki de central park'ta gezintiye cikmis bir menejer sesimi ve ingilizce mi duyar da amerika'da unlu mu olurum dedin?- hadi sarkilari gectim aralardaki konusmalarin neden ingilizceydi? off cok iticiydin gercekten. "hellooooo central paaaark!". bu ne ya?- en az on on iki defa demir demirkan dedin. bari "this is iron ironblood" filan diye takdim etseydin en azindan 100% ingilizce konusma cabandan dolayi takdir edecektik seni, ki maalesef bu da olmadi.- seni pohpohlayan, super konser oldu abla seyirciyi costurdun, butun new york seni konusuyor filan diyen de vardir simdi. sen onlari da dinle ama burayi da bir oku hani derim.neyse bir dahakini bekleyelim ve gorelim, tekrarlamis olalim, umariz sanatci seciminde daha ozenli olunur ve oradaki insanlarin memleket ve turkce sarki ozlemiyle konsere geldikleri unutulmaz.
Cable guy

15 Michael Jackson şarkısı


Rolling Stone okurları seçmiş. İlk beş benimkiyle aynı. Ayrıca nefis bir arşiv var şurada...


1. “Billie Jean”

2. “Wanna Be Startin’ Something”

3. “Don’t Stop Til You Get Enough”

4. “I Want You Back”

5. “Rock With You”

6. “Beat It”

7. “Black or White”

8. “Remember the Time”

9. “Human Nature”

10. “Man in the Mirror”

11. “P.Y.T.”

12. “The Way You Make Me Feel”

13. “Smooth Criminal”

14. “Scream”

15. “Off the Wall”

Jay Z'nin yeni video'sunda Harvey Keitel var!

Jay-Z's "D.O.A" Video!

20. yüzyıl işte şimdi sona erdi!


Michael Jackson’ın ölümü sembolik olarak İkiz Kuleler’in yıkılmasından daha büyük bir travma benim için…

Cuma sabahı saat 01.30. Telefon çalıyor: “Michael Jackson ölmüş!”
Bir David Lynch filmi fantezisi gibi. Az sonra uyanacağım, hepsi rüya çıkacak…
Televizyonun karşısında uykulu gözlerle CNN’e bakıyorum.
UCLA Medical Center’ın kapısının önüne hayranlar toplanmaya başlamış.
Yeni yeni bilincine varıyorum şimdi. Michael Jackson hakikaten ölmüş.
“İşte 20. yüzyıl şimdi bitti!” diyorum kendi kendime...
2000’de falan değil. Şimdi bitti. Bundan sonra 2012’de olur, kıyamet de kopar her şey olur.

Elvis Presley’in öldüğü günü dün gibi hatırlarım.
Küçük bir çocuğum, evde oynuyoruz bağıra çağıra.
Annem geliyor, susturuyor. Radyonun sesini açıyor: Elvis Presley ölmüş.
Sessizlik... Farkında değiliz ama hoş bir şey değil bu olan.
O gün annem ne hissetti bilmiyorum. Ama ben evvelki akşam çocukluğumu birlikte geçirdiğim çok sevdiğim bir yakınımı kaybetmiş gibi oldum.
İlk aklıma gelen şey bir dönemin bittiği.
Hangi dönem başladı emin değilim, ama bir dönem sona erdi.
Michael Jackson’ın ölümü sanki iki yüzyıl arasındaki bağı kopardı.

80’lerin en büyük simgelerinden biridir kendisi. Madonna da var, biliyorum ama o 21. yüzyıla çoktan geçti. Büyüdü, başka biri oldu. Yetişkin oldu.
Daha normal bir hayat sürdü. Yeni çağa uyum sağladı.
Michael öyle değil. O hep 80’lerin, hep çocukuluğumuzun Michael’ı.
90’lardaki halini de çok benimsemeyişimiz bundan.
Benim Michael’ım çok eskilerdedir.
1979 yılındaki “Off the Wall” albümü mesela. Yetişkinliğe ilk adımdır. “Don’t Stop ‘Til You Get Enough”tır ilk göz ağrım.
Benim dediğim ilk albüm ise “Thriller”dır; 1982.
Baktım televizyonda herkes son döneminden bahsediyor. Müslüman mı oldu, Yahova şahidi olarak mı öldü? Kardeşim Michael Jackson ölmüş, siz neden bahsediyorsunuz…
Açtım arşivimi. 1983’e ışınlandım. Rolling Stone 17 Şubat. Enfes bir röportaj.
San Fernando Vadisi, Neverland tesislerinden manzaralar.
Doğru dürüst okula bile gitmemiş, babasının dört yaşından ölene kadar çalışmaya zorladığı, baskı altında tuttuğu ne çocukluğunu, ne gençliğini yaşayabilmiş birinden söz ediyoruz.
Hiçbir zaman doğru dürüst bir arkadaşı, sırdaşı, sevgilisi, çoluğu çocuğu ya da ailesi olmamış biri.
Dönem dönem bunların hepsine sahipmiş gibi görünse de, aslında durumu kameralar önünde Lisa Marie Presley’i zorla ve olabilecek en sakil şekilde öptüğü andaki kadar içler acısı biri…
9 yaşında bir çocuğun en yakın arkadaşı ve sırdaşı 25 yaşındaki Diana Ross ise normallikten söz edemeyiz.
Rolling Stone yazarı evindeki rafta duran grekoromen güreş madalyalarından giriyor tasfire, Los Angeles’daki sağlıklı yemekler yapan restorandan çıkıyor. Michael daha o zamanlardan takıntılı sağlıklı yaşama.
Ve o zamandan arızalı:
“Hayatımın olabilecek her anında birileri beni taciz ediyor” diyor. İngilizce ‘mobbing’ ifadesini kullanarak.
Taciz edenler, hayranlar.
Nereye gitse ona dokunmak, onunla konuşmak istiyorlar. Michael kaçamayacağını saklanamayacağını biliyor.
“Bu tam zamanlı bir iş ve ışıklar sönünce eve gidip kafanı dinleyemiyorsun. Bu canımı acıtıyor” diyor. Hep acıtacak…
Sonuçta 24 yaşında “Thriller” dünyayı yerinden oynatırken malikanesinin bahçesinde korsancılık falan oynayan, Disney oyuncaklarını eve gelen muhabirlere gururla gösteren bir adam.
Jackson kardeşler bu röportajın yapıldığı 1983 yılına kadar toplamda 100 milyondan fazla albüm satmış. Michael’ın hayatının top dönemi.
Sonra düşüş başlıyor.
Önce yavaş, sonra hızlı.
Michael Jackson bir sanatçıyı bekleyen en kötü sona doğru yavaş ama emin adımlarla, önlenemez bir şekilde geldi: Kendi kendinin karikatürü haline gelmek.
Hep Thriller döneminde kalmayı istedi. Hep o kadar zirvede olmayı hayal etti.
Her yeni albümde o döneme dönme arzusu ve her seferinde yeni bir hayal kırıklığı.

***

Televizyon hala açık.
Londra konserleri mi onu mahvetti? Yoksa çevresindeki kan emiciler mi?
Vücudu 50 konserlik seriyi kaldıracak durumda değildi. Neticede 50 yaşında bir adam bu. Dünyanın ilacını kullanıyor. Üstelik başarısızlık takıntısı var. Ve sahnede dans etmesini, ay yürüyüşü yapmasını bekliyor ondan dünya.
E kaldırmadı vücudu.
“Çocukluğunu yaşayamayan biri olarak yaşlılığında çocuk gibiydi ve çocuk gibi öldü” diyor Rolling Stone’dan Anthony DeCurtis.
Michael Jackson’ın ölümü sembolik olarak İkiz Kuleler’in yıkılmasından daha büyük bir travma benim için…
Açtığı yara daha büyük.
O gece bizim kuşak ayaktaydı. Kimse uyumadı.
Sabaha kadar mesajlar, telefonlar…
Bir yakınınızı kaybedince büyürsünüz.
Biz de artık büyüdük. Eskisi gibi olmayacak…

Milliyet'te yayınlanmıştır.

29 Haziran 2009 Pazartesi

Beastie Boys'un yeni albümüne dair detaylar gelmiştir...


Albümün adı Hot Souce Commitee Part 1. Eylül'de yayınlanacak. Şarkı listesi şöyle:
Hot Sauce Committee Part 1:
1. "Tadlock's Glasses"
2. "B-Boys In The Cut"
3. "Make Some Noise"
4. "Nonstop Disco Powerpack"
5. "OK"
6. "Too Many Rappers" (featuring Nas)
7. "Say It"
8. "The Bill Harper Collection"
9. "Don't Play No Game That I Can't Win" (featuring Santigold)
10. "Long Burn The Fire"
11. "Bundt Cake"
12. "Funky Donkey"
13. "Lee Majors Come Again"
14. "Multilateral Nuclear Disarmament"
15. "Pop Your Balloon"
16. "Crazy Ass Shit"
17. "Here's A Little Something For Ya"

Detaylar için tıklayınız.

Jens Lekman domuz gribi oldu!


Hafif Müzik tesislerine şu an düşen bir kara haberi sizlerle hemen paylaşıyoruz.
Jens Lekman H1N1 (aka domuz gribi virüsü) kapmış. 10 gün boyunca karantinada kalacak...
Acil şifalıklar diliyoruz kendisine.
Müzisyen tayfasının üzerinde bugünlerde kara bulutlar dolaşıyor valla billa.

Aha şu da blog'unda dün yaptığı bizzat açıklaması:

I picked home one last souvenir from South America, it's called the H1N1 virus. Wrongfully known as the Swineflue.

I was crossing the Atlantic when things started getting really bad, the fever was hallucinogenic and shaking me like a leaf and I grabbed the sleeve of the Air France steward. "I'm not feeling well, I should see a doctor" I said and the reply came as a brilliant mix of death anxiety and french rudeness: "Uh, yes... Terminal D... go there maybe... when we land". After that the stewards and stewardesses took long detours. A ring of empty seats formed around me. Peoples eyes were kind but determined, they read "Poor you, I really wish you all the best but if you come near me or my kid I will have to stab you with this plastic fork". I got up and went to the bathroom where I fainted.

Now I'm in quarantine for ten days. I can see the summer through my window and it's just perfect. Summer is always best through a window.

28 Haziran 2009 Pazar

Michael Jackson'ın evinden yapılan 911 görüşmesi yayınlandı


Guardian şu şekilde yayınladı:

This is an edited transcript of the 911 call that was made to Los Angeles emergency services from Michael Jackson's home...

What is the emergency?

Yes sir, I need an ambulance as soon as possible. We have a gentleman here who needs help and he's not breathing. We're trying to pump him, but he's not breathing.

How old is he?

He's 50 years old, sir. He's not breathing, sir. He's not conscious.

Is he on the floor? Let's get him on the floor. I'm going to help you with CPR [cardiopulmonary resuscitation] now. Did anyone see him?

We have a personal doctor here but he's not responding to CPR or anything.

Oh, you have a doctor there? If you guys are doing CPR with a doctor, he has a higher authority than me. Was anybody there who witnessed what happened?

No, just the doctor, sir. The doctor has been the only one here.

OK. So did the doctor see what happened?

Doctor, did you see what happened, sir?

Muffled sounds. If you can just come please?

We're on our way.

He's pumping and pumping his chest, he's not responding to anything, sir.

We're on our way. We're less than a mile away.

Thank you.

MGMT konserine gidiyoruz!


He he... Yok canım öyle değil. Hafif Müzik Rollo & Grady aracılığıyla sizi oradaymış gibi hissettirmenin bir yolunu buldu. Coachella'da... Tıklayınız... (Sonra da şarkı linklerine tıklayınız...)

Bu albümü dinlemek lazım!


Power Trio diye bir kavram vardır rock literatüründe. Bas, davul, gitar bir araya gelir ve döktürür. Olabilecek en küçük grup formudur bu, ama ortaya acayip bir müzik çıkar. Tabii iyiyseniz.
Levent Yüksel bir süre önce kariyerinde yeni bir pencere açarak davulcu Volkan Öktem ve gitarist Ant Şimşek ile bu tarz bir grup kurmuştu. Şimdi “Albüm”de Rush tarzı bir deneye girişmişler. O ne derseniz şudur, acayip kanırtıcı partisyonları peynir ekmek gibi çalıyor, üstüne bir de şarkı falan söylüyorlar. “Med - Cezir”, “Yas”, “Zalim” yeni halleriyle çok güzel. Yeni besteler de var. Albümde Serdar Öztop, Alp Turaç gibi tanıdık stüdyo ve kayıt üstatlarına rastladım. İşlerini iyi yaparlar. Levent Yüksel ve rock iyi bir bileşim. Onun yaşında yeni açılımlar peşinde koşmaya her müzisyen cesaret edemez. Tebrik ve takdir...
Milliyet'te yayınlanmıştır.

Aylin Aslım kime kızgın?


Açıklamaya göre “Kadını taciz eden kapitalizme ve erkek egemen toplum”a. Ama albüm öyle demiyor

Bir defa şunu söyleyelim: Aylin Aslım’ın üçüncü stüdyo albümü “Canını Seven Kaçsın” iyi bir albüm. İçinde sekiz şarkı var. Hepsi iyi kaydedilmiş, iyi çalınmış. “Aşk Geri Gelir”, “Güzel Günler”, “K.A.L.P.”, “Güzel Gözlü Güzel Çocuk” gibi takdire şayan şarkılar var. İki dinleyişten sonra eminim aklınızda kalacak. Ama...
Yine de beni rahatsız eden bir şey var bu albümde. Aylin Aslım’ın myspace.com/aylinaslim adresindeki açıklamaya odaklanıyoruz: “Yeni şarkılarında Aylin Aslım insanı gaza getirme ve zaman doldurma amaçlı uzun introlar yerine direkt olarak hızlıca konuya girerken, gücünü faşizmin, kapitalizmin ve erkek egemen toplumun taciz ettiği, hor gördüğü sabrı taşmış kadından alıyor.”
Hatta “kendini siper ediyor, varoluş savaşçısı” falan diye bir sürü klişe var burada.
Peki Aslım bunu nasıl yapıyor diye merak ettim. Araştırdım.
Çıkış şarkısı “Sen mi” çok öfkeli bir şarkı. “Senden ve senin türünden kurtuluş yok mu?” diyor Aylin. Ama az sonra “Gel, bileğinin hakkıyla gel. Kimsenin altına yatmadan” diyor. Yani şarkıyı dinleyince anlaşılan o ki ortada bir kadın var, Aylin ona kızıyor. Hatta bu kadın (ya da kadınlar) Aylin’i öldürmek istiyor, tırnaklarıyla kazdığı yoluna çıkıyor... “İki elim mızrak, iki göğsüm siper” savaşıyor Aslım. Aklıma Tayyip Erdoğan'ın okuduğu şiir geldi. Neyse uzatmayayım...
Bu şarkı kime mektup bilemiyorum. Ama Aslım erkeklere değil fena halde bir kadına kızmış, o kesin...
“Hoşuna Gitmedi mi-Kızkaçıran” diye diğer şarkıda da iz sürdüm. Burada da partide tanıştığı ve hızla kaynaştığı bir çocuk bir süre sonra “Onu giyme içini gösterir” dedi diye Aylin deliriyor. “Canım ister soyunurum, canım ister giyinirim, beğenemedin mi?” diye isyan ediyor. Sizi bilmem ama bu “erkek egemen topluma isyan”dan ziyade bildiğiniz sevgili kavgası gibi geldi bana. Ayrıca çocuk baba parası yiyor falan, böyle bir tip şarkıda. O zaman ne işin var o çocukla, yürü git...
Albümde hoşlanmadığım şey albümün kendisi değil, sunumu. İddia ettiği şeyin altını doldurmaması. Bu açıklama ortadaki çalışmaya zarar vermiş. Dikkati müzikten çok artık bayatlayan bir “asi kız” söylemine çekmiş. Bu kadar klişe laf etmek yerine tek bir şarkı yaparsın, herkes anlar. Bruce Springsteen şarkılarında neden açıkça bazı mesajlar vermediğine dair bir soruya “Manşeti gazeteciler atsın, ben şarkımı yaptım” demişti. Onu becerdiğinde tarihe geçiyorsun zaten.

Milliyet'te yayınlanmıştır.

Band of Horses Live in Gothenburg'a hoşgeldiniz



Çaylar şirkettendir. Şurada şey ediyorlar.

27 Haziran 2009 Cumartesi

Geçen yıl en çok kim kazandı?


Forbes listeyi yayınladı

1. Madonna $110 million
2. Celine Dion $100 million
3. Beyonce Knowles $87 million
4. Bruce Springsteen $70 million
5. Kenny Chesney $65 million
6. Coldplay $60 million
6. Rascal Flatts $60 million
6. AC/DC $60 million
9. The Eagles $55 million
10. Toby Keith $52 million
11. Bon Jovi $50 million
12. Dave Matthews Band $45 million

Tabii hepsi konser bunların. Albüm satışları komik...

26 Haziran 2009 Cuma

Yeni Fleet Foxes şarkısını dinleyin!


Pitchfork Fleet Foxes'ın yeni şarkısını dolaşıma sokmuş. Blue Spotted Tail, live versiyonuyla karşınızda.

Perez Hilton'dan dev falso!


Michael Jackson'ın hastaneye kaldırıldığı haberi geliyor. Tepki bu... Sonra düzeltiyorlar ama şunu anlamış oluyoruz. Yüzde doksan işkembeden sallama tekniğiyle haber yapıyor bazı bloglar...
Bir de bu saldırganlık bünyeye zarar...

Atilla Taş ne yapıyor?


Canlı yayında Michael Jackson'ın ruhuna fatiha okuyor...
Haber aynen şöyle:


ATİLLA TAŞ'TAN MICHEAL JACKSON'A DUA...
MÜSLÜMAN OLDUĞU İDDİA EDİLEN MICHEAL JACKSON'A FATİHA!
CANLI YAYINDA ELLER AÇILDI KRAL'A DUA EDİLDİ!
Önceki gün Radyo Klas'ta ünlü radyocu Hopdedik Ayhan'ın şovuna katılan Atilla Taş,Micheal Jackson için canlı yayında dua okudu.Geçtiğimiz yıl müslüman olup Mikael adını aldığı iddia edilen Micheal Jakson'un vefatına çok üzülen Atilla Taş,Hopdedik Ayhan'la birlikte dua etti.Canlı yayında Ayhan'ın “Atilla dini duyguları yüksek birisin.Umreyede gittin kutsal toprakları gördün.Bu işi sen yaparsın.Tüm Micheal Jackson hayranlarıyla birlikte dua etmek istiyoruz.Sen bize önderlik et” deyince Atilla, ellerini açtı ve Kral için dua edip hakkını helal etti.Canlı yayında Radyo Klas dinleyicilerinde ilgisini çeken dua da müslüman olduğu iddia edilen sanatçıya haklar helal edildi.

"İddia edilen" kalıbının hastasıyım

20. yüzyıl işte şimdi gerçekten sona erdi: Michael Jackson öldü!



Michael Jackson
1958 - 2009

Popun kralı geçirdiği kalp krizi sonucunda hayatını katbetti. Jackson hastaneye getirildiğinde yaşamıyordu. Tüm çabalara rağmen hayata döndürülemedi. Haber yaklaşık yarım saat önce geçildi. Los Angeles'ta hayranlar hastanenin (UCLA Medical Center) önünde birikiyor. Hafif Müzik çok ama çok üzgün. Bir devir kapandı, 20. yy işte şimdi sona erdi...

25 Haziran 2009 Perşembe

Bu gruba dikkat!



Güzel bir şeyler yapacaklarının sinyallerini 2005 Nokia Supersound’da aldıkları derecelerle veren Ali Seval ve Övünç Dan’ın bir yıl sonra Tuncay Mağden’le beraber kurduğu Kaçak, yer altından derin ve sağlam bir yol kazıyor. Albüm kayıtlarını tamamlayan grubun Esin Iris 'feat'li şarkısı Slogan Yok’un videosu şu sıralar müzik kanallarında sıkça dönüyor.

Kaçak'ın en çok karşılaştığı soru, “Albüm ne zaman?”mış. Bu soruyu bir kez daha sormak yerine parçaların bir kısmını myspace/kacakmusic’ten dinleyebileceğinizi söyleyelim. Zaman zaman nu metal, zaman zaman grunge sularında yüzen grubun yer altından üstüne çıkmasının yakın olduğunu tahmin ediyoruz.
kacak & esin iris - slogan yok

British Steel 30 yaşında şeysi...


Müzik aleminde yeni trend komple albümlerin çalındığı konserler. Roger Waters The Dark Side of the Moon'u çalmıştı, (ne güzeldi be). Mötley Crue ve ZZ Top da benzer konspetlerde takıldılar. Judas Priest de British Steel albümünün 30. yılı vesilesiyle aynı yola girmiş. Şuradan detayları şey edebilirsiniz... Bizde böyle konsept albüm yok mu? Olmaz mı... O da yolda...

24 Haziran 2009 Çarşamba

Hafif Müzik olay yerinde... Tırlar Arena'ya yanaştı!


Hafif Müzik Kuruçeşme'den canlı olarak bildiriyor.
Placebo efendilerin tırları Arena'ya yanaştı. Tabii yolda takılır kalırlar, hayvani tırlar. Ne masraf ne masraf valla görenlerin ağızları açık kalmış.
Neyse, konser kesin bu gece içler ferah olsun.
Ama bizce konsere gitmeyecekseniz sakın Kuruçeşme tarafına kırmayın direksiyonları, bitersiniz bu sıcakta.

Günün sansasyonu: Şok şok şok... Justice, Ed Banger'dan ayrıldı!



Justice, Ed Banger'la özdeşleşmiş bir isimdi biliyorsunuz.
Justice üyeleri ve Ed Banger adamı Busy P. arasında ne geçti bilemiyoruz ama Justice'in yeni albümü Ed Banger'dan çıkmayacak. Atlantic Records'a bağlı olan Elektra Records artık Justice'in yeni evi.
Ed Banger'ın Justice'ten kalan boşluğu SebastiAn'ı gazlayarak doldurmaya çalışacağı söyleniyor. Mesela geçenlerde Sonar Festival'da gerçekleşen SebastiAn'ın ilk live performansını, bu yolda bir adım olarak görenler var. Performanslara ilgili okuyucuya ne vereceği belirsiz not: SebastiAn çıkmadan önce Busy P. ortalıkta dolaşıp millete maske dağıtmış.