İnternet İkitelli'ye ilk geldiğinde -1997 falan- Medya Plaza'da sadece Ahmet Örs'ün bilgisayarında vardı. Dargelirli muhabir elinde kağıtlar, çıkışlar, yabancı dergiler falan masasının başında sıra olur, "Ahmet bey, şu ismi de bir arayabilir miyiz?" diye devlet kapısında bekleyen çileli vatandaş gibi kıvranırdı. Yaptığınız haberle ilgili biri hakkında bilgi arıyorsunuz mesela. Kütüphane, arşivler ya da insanların söyledikleri dışında kaynak bulmak zordu. Bilgileri teyid etmek falan da zahmetli işlerdi. Ahmet Bey’e yalvarmanız gerekirdi. Neden onun bilgisayarında olduğunu da bilmiyorum. Öyleydi yani. İsmi dinler, sanki Boeing 747 kullanıyormuş gibi bir surat ifadesiyle Netscape’in arama barına yazardı Ahmet Bey. Ama tabii önce numara çevrilir, sinyal gelir, Boğaziçi ya da ODTÜ falan tam hatırlamıyorum, böyle bir yerin network’ünden falan bağlanılırdı herhalde.
Aradan benimki acil diyen editörler sırayı bozunca öfleyip pöfleyenler olurdu. Bir keresinde Ahmet bey yokken bilgisayarını açıp gizlice girmeye çalıştık. Ve hiçbir halt beceremedik. Ter içinde masamıza döndük. Zaten arama denen hadise şipşak olacak aceleye getirilecek bir şey değildi. Enter’a basıp ardından endişeli bir bekleyiş moduna geçerdiniz: Acaba ne çıkacak? Bir de daha büyük editör abiler arama bitince “Ne diyo?” diye yanlarına çağırıp sorarlardı ki tam komedi…
Bana o zaman diliminde yaşadığım bazı olaylar, insanlar, diyaloglar hala dün gibi gelmesine karşın, teknolojiyle ilgili bu hadise aklıma geldiğinde dumura uğruyorum. Sanki geçen yüzyıl gibi geliyor. Aslında teknik olarak öyle tabii ama ne bileyim işte sanki o olayları bir filmden hatırlıyormuş falan gibi bir his. Karikatür Natalie Dee'den...